English    Türkçe    فارسی   

1
510-519

  • این امانت ز آن امانت یافته ست ** کافتاب عدل بر وی تافته ست‌‌ 510
  • Toprak bu eminliği o eminlikten bulmuştur, çünkü adalet güneşi ona nur saçmıştır.
  • تا نشان حق نیارد نو بهار ** خاک سرها را نکرده آشکار
  • İlkbahar, Hak fermanı getirmedikçe, toprak sırrını nice açığa vurur?
  • آن جوادی که جمادی را بداد ** این خبرها وین امانت وین سداد
  • O, öyle bir cömert ve vericidir ki bu haberleri, bu eminliği ve bu doğruluğu bir cemada, kuru yeryüzüne vermiştir.
  • مر جمادی را کند فضلش خبیر ** عاقلان را کرده قهر او ضریر
  • Fâzıl ve ihsanı, kuru toprağı haberdar eder, kahır ve celâli de akıllı insanları kör eyler.
  • جان و دل را طاقت آن جوش نیست ** با که گویم در جهان یک گوش نیست‌‌
  • Canda, gönülde o coşmaya takat yoktur. Kime söyleyeyim? Cihanda bir tek kulak yok!
  • هر کجا گوشی بد از وی چشم گشت ** هر کجا سنگی بد از وی یشم گشت‌‌ 515
  • Nerede bir kulak varsa; onun yüzünden, göz oldu. Nerede bir taş varsa; onun lûtfiyle yeşim taşına döndü.
  • کیمیا ساز است چه بود کیمیا ** معجزه بخش است چه بود سیمیا
  • Kimyayı meydana getiren o dur, kimya ne oluyor ki? Mucize bağışlayıcıdır, simya ne oluyor ki?
  • این ثنا گفتن ز من ترک ثناست ** کین دلیل هستی و هستی خطاست‌‌
  • Benim bu övüşüm, övmeyi terk etmenin ta kendisidir; çünkü bu övüş, varlık delilidir, varlık ise hatadır.
  • پیش هست او بباید نیست بود ** چیست هستی پیش او کور و کبود
  • Onun varlığına karşı yok olmak gerektir: onun huzurunda varlık nedir? Manasız bir şeyden ibarettir!
  • گر نبودی کور از او بگداختی ** گرمی خورشید را بشناختی‌‌
  • Varlık kör olmasaydı... Ondan erirdi, güneşin hararetini tanır, anlardı.