English    Türkçe    فارسی   

2
112-121

  • ماه روزه گشت در عهد عمر ** بر سر کوهی دویدند آن نفر
  • Ömer zamanında oruç ayı geldi. Birkaç kişi bir dağın tepesine koştu.
  • تا هلال روزه را گیرند فال ** آن یکی گفت ای عمر اینک هلال‏
  • Oruç ayının hilâlini görüp kutlulanmak, onu hayra yormak istiyorlardı. Birisi “ Ey Ömer, işte hilâl” dedi.
  • چون عمر بر آسمان مه را ندید ** گفت کاین مه از خیال تو دمید
  • Ömer gökyüzüne baktıysa da ayı göremedi. “ Bu ay senin hayalinden meydana geldi.
  • ور نه من بیناترم افلاک را ** چون نمی‏بینم هلال پاک را 115
  • Yoksa ben, gökleri senden daha iyi görürüm. Tertemiz hilâli nasıl olur da görmem?
  • گفت تر کن دست و بر ابرو بمال ** آن گهان تو بر نگر سوی هلال‏
  • Elini ısla da kaşını sıvazla. Ondan sonra hilâle bak!” dedi.
  • چون که او تر کرد ابرو مه ندید ** گفت ای شه نیست مه شد ناپدید
  • Adam elini ıslayıp kaşını sıvazlayınca ayı göremedi. “ Padişahım, ay yok görünmez oldu” dedi.
  • گفت آری موی ابرو شد کمان ** سوی تو افکند تیری از گمان‏
  • Ömer dedi ki: “Evet, kaşının kılı seni şüphelendirdi; yaydan sana bir ok attı”.
  • چون یکی مو کج شد او را راه زد ** تا به دعوی لاف دید ماه زد
  • Onun yolunu bir eğri kıl kesti, o yüzden ayı gördüm diye davaya kalkıştı.
  • موی کج چون پرده‏ی گردون بود ** چون همه اجزات کج شد چون بود 120
  • Bir eğri kıl gökyüzüne perde olursa bütün vücudun eğri olunca halin ne olur?
  • راست کن اجزات را از راستان ** سر مکش ای راست رو ز آن آستان‏
  • Her cüz’ünü doğrulara uyup doğrult. Ey doğru yola giden, o eşikten baş çekme!