English    Türkçe    فارسی   

3
1618-1627

  • هر کسی را بهر کاری ساختند ** میل آن را در دلش انداختند
  • Herkesi bir iş için yetiştirmişler, gönlüne o işin meylini vermişlerdir.
  • دست و پا بی میل جنبان کی شود ** خار وخس بی آب و بادی کی رود
  • Gönülde bir meyil olmadıkça el, ayak nasıl hareket eder. Su, rüzgâr olmadıkça çerçöp nasıl akar, savulur?
  • گر ببینی میل خود سوی سما ** پر دولت بر گشا همچون هما 1620
  • Kendinde göğe doğru çıkmaya bir meyil gördün mü hüma kuşu gibi devlet kanadını hemen aç!
  • ور ببینی میل خود سوی زمین ** نوحه می‌کن هیچ منشین از حنین
  • Fakat kendinde yeryüzüne bir meyil gördün mü feryat et, ağlayıp inlemeyi hiç bırakma.
  • عاقلان خود نوحه‌ها پیشین کنند ** جاهلان آخر بسر بر می‌زنند
  • Akıllılar önceden feryat ederler, bilgisizlerse işin sonunda başlarına vururlar!
  • ز ابتدای کار آخر را ببین ** تا نباشی تو پشیمان یوم دین
  • Sen, işin önünde sonunu sor da kıyamet günü pişman olma.
  • دیدن زرگر عاقبت کار را و سخن بر وفق عاقبت گفتن با مستعیر ترازو
  • Kuyumcunun, işin sonunu görerek kendisinden ödünç bir terazi isteyene ona göre söz söylemesi
  • آن یکی آمد به پیش زرگری ** که ترازو ده که بر سنجم زری
  • Birisi, kuyumcunun birine giderek “Altın tartacağım, bana terazini versene” dedi.
  • گفت خواجه رو مرا غربال نیست ** گفت میزان ده برین تسخر مه‌ایست 1625
  • Kuyumcu dedi ki. “Babacığım, hadi git, bende kalbur yok!” Adam: “Alay etme benimle. Ver şu teraziyi” dedi.
  • گفت جاروبی ندارم در دکان ** گفت بس بس این مضاحک رابمان
  • Kuyumcu dedi ki. “Dükkânımda süpürge yok” Adam: “Kâfi yahu, bırak alayı”
  • من ترازویی که می‌خواهم بده ** خویشتن را کر مکن هر سو مجه
  • Ben senden terazi istiyorum. Sağırlıktan gelme; şu tarafa, bu tarafa, bu tarafa gidip durma, ver teraziyi” dedi.