English    Türkçe    فارسی   

3
1670-1679

  • داند و پوشد بامر ذوالجلال ** که نباشد کشف راز حق حلال 1670
  • Bilir, tanır ama Allah sırrını açmak helâl olmadığından ululuk sahibi Allah’ın emriyle örter, gizler.
  • این سخن پایان ندارد آن فقیر ** از مجاعت شد زبون و تن اسیر
  • Bu sözün sonu yoktur, gelelim hikâyeye: O yoksul, açlıktan zayıf, perişan bir hale geldi, harekete bile mecali kalmadı.
  • مضطرب شدن فقیر نذر کرده بکندن امرود از درخت و گوشمال حق رسیدن بی مهلت
  • Ağaçtan armut koparmamayı nezreden yoksulun âciz kalıp koparması ve derhal Allah azabının gelip çatması
  • پنج روز آن باد امرودی نریخت ** ز آتش جوعش صبوری می‌گریخت
  • Derviş tam beş gün armut ağacını silkmedi, fakat açlık ateşi de sabrını tüketmekteydi.
  • بر سر شاخی مرودی چند دید ** باز صبری کرد و خود را وا کشید
  • Bir dalda birkaç armut gördü, fakat yine sabredip kendisini çekti.
  • باد آمد شاخ را سر زیر کرد ** طبع را بر خوردن آن چیر کرد
  • Bu sırada bir rüzgâr geldi, dalı eğdi. Dervişin nefsi, onları yemeye yeltendi, galebe de etti.
  • جوع و ضعف و قوت جذب و قضا ** کرد زاهد را ز نذرش بی‌وفا 1675
  • Açlık, zayıflık, bir yandan da takdir, zahidi nezrine vefadan alıkoydu.
  • چونک از امرودبن میوه سکست ** گشت اندر نذر وعهد خویش سست
  • Ahdini bir yana bıraktı, daldaki armudu kopardı, yedi.
  • هم درآن دم گوشمال حق رسید ** چشم او بگشاد و گوش او کشید
  • Fakat hemencecik Allah azabı erişti, gözünü açtı, kulağını çekti.
  • متهم کردن آن شیخ را با دزدان وبریدن دستش را
  • Şeyhi de hırsızlarla beraber görerek hırsız sanıp elini kesmeleri
  • بیست از دزدان بدند آنجا و بیش ** بخش می‌کردند مسروقات خویش
  • Yirmi tane yahut daha fazla hırsız, oraya gelip konmuştu. Çaldıkları şeyleri aralarında pay ediyorlardı.
  • شحنه را غماز آگه کرده بود ** مردم شحنه بر افتادند زود
  • Birisi şahneye haber vermişti. Derhal şahnenin adamları oraya gelip hepsini yakaladılar.