English    Türkçe    فارسی   

3
3546-3555

  • گرچه گرمابه عریضست و طویل ** زان تبش تنگ آیدت جان و کلیل
  • Oysaki hamam geniştir, uzundur. O hararetten sana dar gelir, ruhun sıkılır, usanırsın.
  • تا برون نایی بنگشاید دلت ** پس چه سود آمد فراخی منزلت
  • Dışarı çıkmadıkça gönlün açılmaz peki… Mekânın genişmiş ne fayda?
  • یا که کفش تنگ پوشی ای غوی ** در بیابان فراخی می‌روی
  • Yahut da meselâ dar bir ayakkabı giyersin de geniş bir ovada yürürsün.
  • آن فراخی بیابان تنگ گشت ** بر تو زندان آمد آن صحرا و دشت
  • Fakat o geniş ova, sana öyle daralır ki… o ova o sahra sana âdeta zindan kesilir.
  • هر که دید او مر ترا از دور گفت ** کو در آن صحرا چو لاله تر شکفت 3550
  • Seni uzaktan gören ovada bir lâle gibi açılmış der.
  • او نداند که تو همچون ظالمان ** از برون در گلشنی جان در فغان
  • Bilmez ki sen, zalimler gibi görünüşte gül bahçesindesin, fakat ruhun, feryat edip duruyor!
  • خواب تو آن کفش بیرون کردنست ** که زمانی جانت آزاد از تنست
  • Uyuman, o dar ayakkabıyı çıkarmana benzer. Uykuda bir müddet ruhun, bedenden kurtulur.
  • اولیا را خواب ملکست ای فلان ** همچو آن اصحاب کهف اندر جهان
  • Azizim, uyku, Allah velilerinin malı, mülküdür… Dünyadaki Eshabı Kehif gibi!
  • خواب می‌بینند و آنجا خواب نه ** در عدم در می‌روند و باب نه
  • Uyumadıkları halde rüya görürler, görünürde bir kapı yoktur, yokluğa giderler!
  • خانه‌ی تنگ و درون جان چنگ‌لوک ** کرد ویران تا کند قصر ملوک 3555
  • Ev dar. Ruh bu daracık evde eli, ayağı çarpılmış gibi iki büklüm. O evi, padişahların sarayları genişletmek, mamur bir hale koymak için yıkar.