English    Türkçe    فارسی   

3
4370-4379

  • تو ز خود می‌آیی و آن در تو است ** نار و خار ظن باطل این سو است 4370
  • Sen, onu kendiliğinden insan görüyorsun, hâlbuki o sıfat sende… bâtıl zannın ateşi de bu tarafta, dikeni de!
  • او درخت موسی است و پر ضیا ** نور خوان نارش مخوان باری بیا
  • O, Musa’nın ağacıdır; o, ışıklarla dopdoludur. Bir kerecik olsun ona ateş deme de nur de!
  • نه فطام این جهان ناری نمود ** سالکان رفتند و آن خود نور بود
  • Bu dünyadan vazgeçmek de ateş görünmedi mi? Fakat salikler o makama gittiler, bu âlemi terk ettiler de anladılar ki nurdan ibaretmiş!
  • پس بدان که شمع دین بر می‌شود ** این نه همچون شمع آتشها بود
  • Bil ki din mumu yücedir, ateşten ibaret olan mumlara benzemez.
  • این نماید نور و سوزد یار را ** و آن بصورت نار و گل زوار را
  • Bu zahirî mum nur görünür, fakat sevgiliyi yakar… Din mumuysa sureta ateş görünür, fakat ziyaretçilere gül kesilir!
  • این چو سازنده ولی سوزنده‌ای ** و آن گه وصلت دل افروزنده‌ای 4375
  • Bu zahirî mum çok işler bitirir, fakat hakikatte adamı yakar. Din mumuysa vuslat zamanı gönül aydınlatır.
  • شکل شعله‌ی نور پاک سازوار ** حاضران را نور و دوران را چو نار
  • Allah’a lâyık olan pak nurun şulesi, ona ulaşanlara nur görünür ama ondan uzak kalanlara ateş gibidir.
  • ملاقات آن عاشق با صدر جهان
  • O âşığın Sadr-ı Cihan’la buluşması
  • آن بخاری نیز خود بر شمع زد ** گشته بود از عشقش آسان آن کبد
  • O Buhara’lı âşık da kendisini muma atmıştı. O zahmet, aşkı yüzünden kendine kolay gelmekteydi.
  • آه سوزانش سوی گردون شده ** در دل صدر جهان مهر آمده
  • Her şeyi yakıp yandıran ahı, göklere yüceliyordu. Sadr-ı Cihan’ın gönlüne merhamet gelmişti.
  • گفته با خود در سحرگه کای احد ** حال آن آواره‌ی ما چون بود
  • O bir suç işledi, biz de o suçu gördük. Fakat “Ey Allah, acaba o avaremizin hali nasıl?