English    Türkçe    فارسی   

3
479-488

  • گفت الا یعلم هواک من خلق ** ان فی نجواک صدقا ام ملق
  • Allah, “Seni yaratan, düşünceni, gizli konuşuşunda, fısıltısında doğruluk mu var, hile mi… bunu hiç bilmez mi?” buyurdu.
  • گفت یغفل عن ظعین قد غدا ** من یعاین این مثواه غدا 480
  • Sabahleyin yola çıkanı gözüyle gören, ertesi gün nereye konacak, bundan sonra nasıl gâfil olur?
  • اینما قد هبطا او صعدا ** قد تولاه و احصی عددا
  • Yüzünü nereye döndürdüğünü, sayısını, yolunu, yordamını, ineceği, çıkacağı yeri nasıl bilmez?
  • گوش را اکنون ز غفلت پاک کن ** استماع هجر آن غمناک کن
  • Şimdi sen de kulağını gafletten temizle de o dertlinin ayrılık derdini dinle.
  • آن زکاتی دان که غمگین را دهی ** گوش را چون پیش دستانش نهی
  • Onun derdine kulak astın, elemlerini dinledin mi bil ki bu, o dertliye verdiğin bir zekâttır.
  • بشنوی غمهای رنجوران دل ** فاقه‌ی جان شریف از آب و گل
  • Gönül hastalarının dertlerini dinler, yüce canın su ve toprak ihtiyacını anlarsan, bu bir zekâttır.
  • خانه‌ی پر دود دارد پر فنی ** مر ورا بگشا ز اصغا روزنی 485
  • Dertli adamın tereddütle dolu, dumanlarla dolu bir gönül evi vardır. Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun.
  • گوش تو او را چو راه دم شود ** دود تلخ از خانه‌ی او کم شود
  • Senin bu dinleyişin ona bir nefes yolu oldu mu gönül yurdunda o acı duman azalır.
  • غمگساری کن تو با ما ای روی ** گر به سوی رب اعلی می‌روی
  • Yolcu, eğer yüce Allah’a gidiyorsa bize dertdaş ol, derdimize çare bul.
  • این تردد حبس و زندانی بود ** که بنگذارد که جان سویی رود
  • Bu tereddüt, bir hapistir, bir zindandır. Canın bir tarafa gitmesine müsaade etmez ki.