English    Türkçe    فارسی   

4
3031-3040

  • آن دروغت این تن فانی بود ** راستت آن جان ربانی بود
  • O yalanın, şu fâni tendir... doğrun da Tanrıya mensup olan can!
  • سالها این دوغ تن پیدا و فاش ** روغن جان اندرو فانی و لاش
  • Yıllardır şu ten ayranı meydandadır da can yağı onda fâni ve değersiz bir hale gelmiştir.
  • تا فرستد حق رسولی بنده‌ای ** دوغ را در خمره جنباننده‌ای
  • Nihayet Tanrı, bir elçi kulunu, ayranı yayığa koyup döven birisini gönderir de,
  • تا بجنباند به هنجار و به فن ** تا بدانم من که پنهان بود من
  • Bende bir ben gizli olduğunu bileyim diye sıfatla hünerle o yayığı döver.
  • یا کلام بنده‌ای کان جزو اوست ** در رود در گوش او کو وحی جوست 3035
  • Yahut da zatından âdeta bir cüz olan bir kulunun sözünü izhar eder de o söz, vahiy arayan kişinin kulağına girer.
  • اذن مومن وحی ما را واعیست ** آنچنان گوشی قرین داعیست
  • Müminin kulağı, vahyimizi kavrar, beller... öyle kulak, insanı Hakk’a davet edenin eşidir, arkadaşıdır.
  • هم‌چنانک گوش طفل از گفت مام ** پر شود ناطق شود او درکلام
  • Âdeta çocuğun kulağına benzer; anasının sözleriyle dolar da söze başlar, konuşur.
  • ور نباشد طفل را گوش رشد ** گفت مادر نشنود گنگی شود
  • Çocukta anlayan bir kulak olmazsa anasının sözünü duymaz, dilsiz olur.
  • دایما هر کر اصلی گنگ بود ** ناطق آنکس شد که از مادر شنود
  • Anadan doğma sağır, daima dilsizdir de... söyleyen kişi, sözü önce anasından duymuştur.
  • دانک گوش کر و گنگ از آفتیست ** که پذیرای دم و تعلیم نیست 3040
  • Bil ki sağır ve dilsizin kulağı, âfetlerden bir âfettir... ne söz dinlemeye kabiliyeti vardır, ne de bellemeye.