English    Türkçe    فارسی   

4
389-398

  • وحی کردش حق که ترک این بخوان ** که ز دستت برنیاید این مکان
  • Allah, “Bu işten vazgeç... Bu mescidi sen yapamazsın.
  • نیست در تقدیر ما آنک تو این ** مسجد اقصی بر آری ای گزین 390
  • Ey seçilmiş kişi, Mescid-i Aksâ’yı senin yapmanı biz takdir etmedik” diye kendisine vahiy etti.
  • گفت جرمم چیست ای دانای راز ** که مرا گویی که مسجد را مساز
  • Davut “Ey sırları bilen Allah, suçum nedir? Neden mescidi yapma diyorsun bana?” dedi.
  • گفت بی‌جرمی تو خونها کرده‌ای ** خون مظلومان بگردن برده‌ای
  • Allah dedi ki: “Suçsuzsun, suçun yok ama kanlara girmişsin... Mazlumların kanlarını boynuna almışsın!
  • که ز آواز تو خلقی بی‌شمار ** جان بدادند و شدند آن را شکار
  • Senin sesinden sayısız halk can verdi; sayısız halk, ona av oldu!
  • خون بسی رفتست بر آواز تو ** بر صدای خوب جان‌پرداز تو
  • Sesin bir hayli kana girmiş, canlar yakan güzel nağmelerin bir hayli adamı canından etmiştir!”
  • گفت مغلوب تو بودم مست تو ** دست من بر بسته بود از دست تو 395
  • Davut dedi ki: “Senin mağlûbundum, senin sarhoşundum... Elim, senin kuvvet ve kudretinle bağlıydı.
  • نه که هر مغلوب شه مرحوم بود ** نه که المغلوب کالمعدوم بود
  • Padişah mağlûp olana acınmaz mı? Mağlûp, âdeta yok demek değil midir?
  • گفت این مغلوب معدومیست کو ** جز به نسبت نیست معدوم ایقنوا
  • Allah buyurdu ki: Bu mağlûp, öyle bir yoktur ki vara nispetle zahiren yok olmuş değildir, iyice anlayın bunu!
  • این چنین معدوم کو از خویش رفت ** بهترین هستها افتاد و زفت
  • Bu çeşit yok olan, kendinden geçmiş, var olanların en iyisi, en ulusu olmuştur.