English    Türkçe    فارسی   

4
495-504

  • هست این بالا مقام مصطفی ** وهم مثلی نیست با آن شه مرا 495
  • Bu üst basamak, Mustafa’nın makamı... O padişaha benzememe zaten imkânı yok.
  • بعد از آن بر جای خطبه آن ودود ** تا به قرب عصر لب‌خاموش بود
  • Ondan sonra o merhametli halife, hutbe okuyacak yerde ta ikindiye yakın bir zamana kadar sustu kaldı.
  • زهره نه کس را که گوید هین بخوان ** یا برون آید ز مسجد آن زمان
  • Kimsede, hadi okusana diyecek bir kudret de yoktu, mescitten çıkıp gidecek kudret de!
  • هیبتی بنشسته بد بر خاص و عام ** پر شده نور خدا آن صحن و بام
  • Halkın ileri olanlarına da bir heybet çökmüştü, bayağılarına da. Mescidin içi, damı nurla dolmuştu!
  • هر که بینا ناظر نورش بدی ** کور زان خورشید هم گرم آمدی
  • Can gözü açık olanlar o nuru görüyorlardı... Bırak onları, körler bile o nurla hararete gelmiş coşmuşlardı! 
  • پس ز گرمی فهم کردی چشم کور ** که بر آمد آفتابی بی‌فتور 500
  • Körün gözü, güneşin doğduğunu hararetinden anlar.
  • لیک این گرمی گشاید دیده را ** تا ببیند عین هر بشنیده را
  • Fakat bu hararet, her duyulanın hakikati görülsün diye gözü açar...
  • گرمیش را ضجرتی و حالتی ** زان تبش دل را گشادی فسحتی
  • Ve hararetinde bir sıkıntı bir hal vardır... Hakiki güneşin hararetiyle gönlü açar, gönle bir ferahlık, bir genişlik verir!
  • کور چون شد گرم از نور قدم ** از فرح گوید که من بینا شدم
  • Kör, evveline evvel olmayan Allah nuruyla hararetlendi mi ferahından, ben görüyorum, gözlerim açıldı benim der.
  • سخت خوش مستی ولی ای بوالحسن ** پاره‌ای راهست تا بینا شدن
  • Güzelim, adamakıllı ve hoş bir sarhoşluktur bu... Yalnız can gözünün açılması için aşılacak az bir yol vardır.