English    Türkçe    فارسی   

5
2797-2806

  • بود یک سال دگر کارش همین  ** که بدادی زر ز کیسه‌ی رب دین 
  • Bu yıl da işi buydu ancak. Din rabbinin kesesinden boyuna altın verirdi.
  • زر شدی خاک سیه اندر کفش  ** حاتم طایی گدایی در صفش 
  • Kara toprak, elinde altın kesilirdi. Hâtemi Tay, onun safında âdeta bir yoksuldu.
  • دانستن شیخ ضمیر سایل را بی گفتن و دانستن قدر وام وام‌داران بی گفتن کی نشان آن باشد کی اخرج به صفاتی الی خلقی 
  • Şeyhin, isteyen kişi söylemeden içindekini bilmesi, borçluların ne kadar borcu olduğunu anlaması. Bu "Halkıma benim sıfatlarımla görün" hadîsi kutsinin nişanesidir.
  • حاجت خود گر نگفتی آن فقیر  ** او بدادی و بدانستی ضمیر 
  • Yoksul, ihtiyacını söylemese de o bilir, ne kadar ihtiyacı varsa verirdi.
  • آنچ در دل داشتی آن پشت‌خم  ** قدر آن دادی بدو نه بیش و کم  2800
  • O beli bükülmüş yoksulun gönlünde ne varsa ne fazla, ne noksan, o kadar verirdi ona.
  • پس بگفتندی چه دانستی که او  ** این قدر اندیشه دارد ای عمو 
  • Ona, ne bildin ki bu kadar istiyor, bunu nerden anladın? derlerdi.
  • او بگفتی خانه‌ی دل خلوتست  ** خالی از کدیه مثال جنتست 
  • Derdi ki: Gönül evi bomboş, cennet gibi nasıl ki orada da (cennette) fakr ve ihtiyâç yoktur âdeta.
  • اندرو جز عشق یزدان کار نیست  ** جز خیال وصل او دیار نیست 
  • Orada yalnız Tanrı sevgisi var. Onun vuslatı hayalinden başka hiç kimsecikler yok.
  • خانه را من روفتم از نیک و بد  ** خانه‌ام پرست از عشق احد 
  • Ben evi, iyi kötü, her şeyden sildim, süpürdüm. Evim, tek Tanrının sevgisiyle dolu.
  • هرچه بینم اندرو غیر خدا  ** آن من نبود بود عکس گدا  2805
  • Orada Tanrıdan başka ne görürsem benim malan değildir, benden bit şey isteyen yoksulun malıdır.
  • گر در آبی نخل یا عرجون نمود  ** جز ز عکس نخله‌ی بیرون نبود 
  • Suda bir hurma fidanı, yahut hurmanın kırılıp eğilmiş, yeni aya dönmüş dalı görününce o akis, dışarıdaki fidanın, dışarıdaki dalın aksidir.