English    Türkçe    فارسی   

1
1799-1823

  • ای که هر صبحی که از مشرق بتافت ** همچو چشمه‌‌ی مشرقت در جوش یافت‌‌
  • Her sabah; doğudan parlayınca seni, doğu pınarı (güneş) gibi coşmak ta, zuhur etmekte buldu.
  • چون بهانه دادی این شیدات را ** ای بهانه شکر لبهات را 1800
  • Ey şeker dudaklarına paha biçilmeyen güzel! Divanene ne bahaneler buluyorsun?
  • ای جهان کهنه را تو جان نو ** از تن بی‌‌جان و دل افغان شنو
  • Ey eski cihana taze can olan! Cansız ve gönülsüz bir hale gelmiş olan tenden çıkan feryat ve figanı işit!
  • شرح گل بگذار از بهر خدا ** شرح بلبل گو که شد از گل جدا
  • Allah aşkına olsun, artık gülü anlatmayı bırak da gülden ayrılan bülbülün halini anlat!
  • از غم و شادی نباشد جوش ما ** با خیال و وهم نبود هوش ما
  • Bizim coşkunluğumuz gamdan neşeden değildir; aklımız irfanımız, hayal ve vehimden meydana gelmemiştir.
  • حالتی دیگر بود کان نادر است ** تو مشو منکر که حق بس قادر است‌‌
  • Nadir bulunur bir halettendir; inkâr etme ki Hakk’ın kudreti pek büyüktür.
  • تو قیاس از حالت انسان مکن ** منزل اندر جور و در احسان مکن‌‌ 1805
  • Sen bu hali insanların ahvaline kıyas etme, cevir ve ihsan menzilinde kalma!
  • جور و احسان رنج و شادی حادث است ** حادثان میرند و حقشان وارث است‌‌
  • Cevir, ihsan, mihnet ve neşe, gelip geçicidir. Gelip geçenlerse ölürler; Hak onlara vâristir.
  • صبح شد ای صبح را پشت و پناه ** عذر مخدومی حسام الدین بخواه‌‌
  • Sabah oldu, ey sabahın penahı Tanrı! (Ben özür serd edemiyorum), bize hizmet eden Hüsâmettin’den sen özür dile!
  • عذر خواه عقل کل و جان تویی ** جان جان و تابش مرجان تویی‌‌
  • Aklı-ı Küll’ün ve canın özür dileyeni sensin; canların canı, mercanın parıltısı sensin.
  • تافت نور صبح و ما از نور تو ** در صبوحی با می منصور تو
  • Sabahın nuru parladı, biz de bu sabah çağında senin Mansur şarabını içmekteyiz.
  • داده‌‌ی تو چون چنین دارد مرا ** باده که بود کاو طرب آرد مرا 1810
  • Senin feyzin bizi böyle mest ettikçe şarap ne oluyor ki bize neşe versin!
  • باده در جوشش گدای جوش ماست ** چرخ در گردش گدای هوش ماست‌‌
  • Şarap, coşkunlukla bizim yoksulumuzdur; felek; dönüşte aklımızın fakiridir.
  • باده از ما مست شد نی ما از او ** قالب از ما هست شد نی ما از او
  • Şarap bizden sarhoş oldu, biz ondan değil... Beden bizden var oldu, biz ondan değil!
  • ما چو زنبوریم و قالبها چو موم ** خانه خانه کرده قالب را چو موم‌‌
  • Biz arı gibiyiz, bedenler mum gibi. Tanrı, bedenleri bal mumu gibi göz göz ev ev yapmıştır.
  • رجوع به حکایت خواجه‌‌ی تاجر
  • Tacir hikâyesine dönüş
  • بس دراز است این حدیث خواجه گو ** تا چه شد احوال آن مرد نکو
  • Bu bahis çok uzundur, tacirin hikâyesini anlat ki o iyi adamın ne hale geldiği, ne olduğu anlaşılsın.
  • خواجه اندر آتش و درد و حنین ** صد پراکنده همی‌‌گفت این چنین‌‌ 1815
  • Tacir, ateşler, dertler, feryatlar içinde, böyle yüzlerce karmakarışık sözler söylüyordu.
  • گه تناقض گاه ناز و گه نیاز ** گاه سودای حقیقت گه مجاز
  • Gâh birbirini tutmaz sözler söylüyor, gâh naz ediyor, gâh niyaz eyliyor; gâh hakikat aşkını, gâh mecaz sevdasını ifade ediyordu.
  • مرد غرقه گشته جانی می‌‌کند ** دست را در هر گیاهی می‌‌زند
  • Suya batan adam fazla debelenir, eline geçen ota tutunur.
  • تا کدامش دست گیرد در خطر ** دست و پایی می‌‌زند از بیم سر
  • O tehlike zamanında elini kim tutacak diye can korkusuyla şuraya, buraya elini sallar durur, yüzmeye çalışıp çabalar.
  • دوست دارد یار این آشفتگی ** کوشش بی‌‌هوده به از خفتگی‌‌
  • Sevgili, bu divaneliği, bu perişanlığı sever. Beyhude yere çalışıp çabalamak, uyumaktan iyidir.
  • آن که او شاه است او بی‌‌کار نیست ** ناله از وی طرفه کاو بیمار نیست‌‌ 1820
  • Padişah olan; işsiz, güçsüz değildir. Hasta olmayanın feryat ve figan etmesi, şaşılacak şeydir!
  • بهر این فرمود رحمان ای پسر ** کل يوم هو فی شأن ای پسر
  • Tanrı, ey oğul, onun için “Külle yevmin hüve fi şe’n “ buyurdu.
  • اندر این ره می‌‌تراش و می‌‌خراش ** تا دم آخر دمی فارغ مباش‌‌
  • Bu yolda yolun, tırmalan, son nefese kadar bir an bile boş durma!
  • تا دم آخر دمی آخر بود ** که عنایت با تو صاحب سر بود
  • Olabilir ki son nefeste bir dem inayete erişirsin. O inayet, seni sırdaş eder.