English    Türkçe    فارسی   

1
2272-2296

  • از خدا بویی نه او را نی اثر ** دعویش افزون ز شیث و بو البشر
  • Tanrı’dan onda ne bir koku var, ne bir eser. Fakat dâvası Şit’ten de ileri, Âdem’den de!
  • دیو ننموده و را هم نقش خویش ** او همی‌‌گوید ز ابدالیم و بیش‌‌
  • Hattâ ona, Şeytan bile kendisini göstermez. Böyle olduğu halde o “Biz Abdallardanız, hattâ daha ileriyiz “ der durur.
  • حرف درویشان بدزدیده بسی ** تا گمان آید که هست او خود کسی‌‌
  • Kendisini adam sansınlar diye dervişlerin bir hayli sözünü çalmış çırpmıştır.
  • خرده گیرد در سخن بر بایزید ** ننگ دارد از درون او یزید 2275
  • Söz söylerken lâfı Bayezid’den ziyade inceler, onu bile kusurlu bulur. Halbuki onun içyüzünden Yezid arlanır.
  • بی‌‌نوا از نان و خوان آسمان ** پیش او ننداخت حق یک استخوان‌‌
  • Gökyüzünün ekmeğinden, sofrasından nasipsizdir. Hak, önüne bir kemik bile atmamıştır.
  • او ندا کرده که خوان بنهاده‌‌ام ** نایب حقم خلیفه زاده‌‌ام‌‌
  • O ise “Sofrayı yaydım, Hakk’ın vekiliyim, halife oğluyum” diye bağırıp durmaktadır.
  • الصلا ساده دلان پیچ پیچ ** تا خورید از خوان جودم سیر هیچ‌‌
  • “ Ey aşağılık sâf kişiler, gelin... gelin de ihsan keremimin sofrasından, kimse mâni olmaksızın yeyin” demektir.
  • سالها بر وعده‌‌ی فردا کسان ** گرد آن در گشته فردا نارسان‌‌
  • Onlar da onun başına toplanırlar. Nimet ve ihsan istedikçe yalancı şeyh “ Yarın” der. Fakat bir türlü o yarın gelip çatmaz.
  • دیر باید تا که سر آدمی ** آشکارا گردد از بیش و کمی‌‌ 2280
  • Âdemoğlunun, az çok sırrı meydana çıkabilmek için uzun zamanlar lâzımdır.
  • زیر دیوار بدن گنج است یا ** خانه‌‌ی مار است و مور و اژدها
  • Tek duvarın altında define mi var, yoksa yılan karınca ejderha yuvası mı?
  • چون که پیدا گشت کاو چیزی نبود ** عمر طالب رفت آگاهی چه سود
  • O yalancı şeyhin hiçbir şey olmadığı meydana çıkıncaya kadar tâlibin de ömrü tükenmiş olur: artık anlamanın ne faydası var?
  • در بیان آن که نادر افتد که مریدی در مدعی مزور اعتقاد به صدق ببندد که او کسی است و بدین اعتقاد به مقامی برسد که شیخش در خواب ندیده باشد و آب و آتش او را گزند نکند و شیخش را گزند کند و لیکن به نادر نادر
  • Bazen bir mürit, dâvacı ve yalancı bir şeyhe adamdır diye sadkatle inanır, itikat eder. Bu itikat yüzünden öyle bir makama erişir ki şeyhi, o makamı ruyada bile görmemiştir. Bu suretle müride su ve ateş bile zarar vermez. Halbuki şeyhe zararlıdır. Fakat bu. nadirdir
  • لیک نادر طالب آید کز فروغ ** در حق او نافع آید آن دروغ‌‌
  • Fakat nadir olarak tâlibin itikadındaki parlaklık yüzünden şeyhin yalanı tâlibe faydalı olur.
  • او به قصد نیک خود جایی رسد ** گر چه جان پنداشت و آن آمد جسد
  • Şeyhi, can sanır, ceset çıkar ama tâlip, kendi iyi niyeti yüzünden öyle bir makama erişir ki...
  • چون تحری در دل شب قبله را ** قبله نی و آن نماز او روا 2285
  • Hali, tıpkı gece ortasında kıble arayana benzer. Kıble bulunmasa bile namazı caizdir.
  • مدعی را قحط جان اندر سر است ** لیک ما را قحط نان بر ظاهر است‌‌
  • Dâvacı ve yalancı şeyhin can kıtlığı gizlidir. Fakat bizdeki ekmek kıtlığı meydanda.
  • ما چرا چون مدعی پنهان کنیم ** بهر ناموس مزور جان کنیم‌‌
  • Niçin bunu, dâvacı şeyh gibi gizleyelim? Neden fayda olmadığı halde utanıp arlanarak can çekişelim?”
  • صبر فرمودن اعرابی زن خود را و فضیلت صبر و فقر بیان کردن با زن‌‌
  • Bedevinin, karısına sabretmesini buyurması ve ona sabır ve yoksulluğun faziletini söylemesi
  • شوی گفتش چند جویی دخل و کشت ** خود چه ماند از عمر افزون‌‌تر گذشت‌‌
  • Kocası dedi ki: “Daha ne vakte kadar gelir ve mahsul arayıp duracaksın; zaten ömrümüzden ne kaldı ki? Çoğu geçip gitti.
  • عاقل اندر بیش و نقصان ننگرد ** ز آن که هر دو همچو سیلی بگذرد
  • Akıllı kişi, artığa, eksiğe bakmaz; çünkü ikisi de sel gibi geçer.
  • خواه صاف و خواه سیل تیره رو ** چون نمی‌‌پاید دمی از وی مگو 2290
  • Sel ister sâf olsun, ister bulanık... Mademki baki değildir, ondan bahsetme?
  • اندر این عالم هزاران جانور ** می‌‌زید خوش عیش بی‌‌زیر و زبر
  • Bu âlemde binlerce canlı, sıkıntısız, hoş bir halde yaşamakta, geçinip gitmektedir.
  • شکر می‌‌گوید خدا را فاخته ** بر درخت و برگ شب ناساخته‌‌
  • Üveyk kuşu, geceki rızkı henüz meydanda olmadığı halde ağaçta Tanrıya şükreder.
  • حمد می‌‌گوید خدا را عندلیب ** کاعتماد رزق بر تست ای مجیب‌‌
  • Bülbül “Ey duaya icabet eden Tanrı, rızık hususunda itimadımız sana” diye Tanrıya hamdeyler.
  • باز دست شاه را کرده نوید ** از همه مردار ببریده امید
  • Doğan, rızkını padişahın elinden umduğundan bütün pis şeylerden ümidini kesmiştir.
  • همچنین از پشه‌‌گیری تا به پیل ** شد عیال الله و حق نعم المعیل‌‌ 2295
  • Böylece sivrisinekten tut da file kadar bütün mahlûkat Tanrı ailesidir; Hak da ne güzel aile reisi.
  • این همه غمها که اندر سینه‌‌هاست ** از بخار و گرد بود و باد ماست‌‌
  • Gönlümüzdeki bütün bu gamlar, heva ve hevesimizin, varlığımızın tozundan, dumanından meydana gelir.