English    Türkçe    فارسی   

1
2667-2691

  • چون سفر فرمود ما را ز آن مقام ** تلخ شد ما را از آن تحویل کام‌‌
  • Tanrı da bize oradan göklere sefer etmeyi emredince, bu yurt değiştirme, acı geldi.
  • تا که حجتها همی‌‌گفتیم ما ** که بجای ما کی آید ای خدا
  • O yüzden Tanrı’ya deliller getirerek “Ey Tanrı! Bizim yerimize kim gelecek?
  • نور این تسبیح و این تهلیل را ** می‌‌فروشی بهر قال و قیل را
  • Bu tesbih ve tehlinin nurunu, dedikoduya satıyorsun” dedik.
  • حکم حق گسترد بهر ما بساط ** که بگویید از طریق انبساط 2670
  • Tanrı hükmü, bize rahmet yaygısını döşedi:”Açıkça istediğinizi söyleyin.
  • هر چه آید بر زبانتان بی‌‌حذر ** همچو طفلان یگانه با پدر
  • Tek evlâtların babalarına söyledikleri gibi ağzınıza ne gelirse çekinmeden deyin.
  • ز آن که این دمها چه گر نالایق است ** رحمت من بر غضب هم سابق است‌‌
  • Çünkü bu sözler, yaraşmasa bile rahmetim, gazabımdan artıktır.
  • از پی اظهار این سبق ای ملک ** در تو بنهم داعیه‌‌ی اشکال و شک‌‌
  • Ey melek! Bunu meydana çıkarmak için gönlünüze şüpheler salmaktayım;
  • تا بگویی و نگیرم بر تو من ** منکر حلمم نیارد دم زدن‌‌
  • Sen söyleyesin; ben darılmayayım, gazaplanmayayım. Bu suretle de benim hilmimi inkâr eden ağız açamasın.
  • صد پدر صد مادر اندر حلم ما ** هر نفس زاید در افتد در فنا 2675
  • Her nefeste bizim hilmimizden yüzlerce baba yüzlerce ana doğar, yokluğa dalıp mahvolur.
  • حلم ایشان کف بحر حلم ماست ** کف رود آید ولی دریا به جاست‌‌
  • O babaların, o anaların hilmi, şefkati, bizim hilim ve şefkat denizimizin köpüğüdür. Köpük gider gelir ama deniz bâkidir dedi.”
  • خود چه گویم پیش آن در این صدف ** نیست الا کف کف کف کف‌‌
  • Hayır, ne dedim? O inciye karşı bu sedef, köpük değil, köpüğünün köpüğüdür.
  • حق آن کف حق آن دریای صاف ** که امتحانی نیست این گفت و نه لاف‌‌
  • İşte o köpük hakkı için, o sâf deniz hakkı için bu söz bir sınama, bir lâf değil.
  • از سر مهر و صفاء است و خضوع ** حق آن کس که بدو دارم رجوع‌‌
  • Sevgiden, vefadan, boyun büküp teslim olmadan ileri gelmiştir. Huzuruna varacağım Tanrı hakkı için.
  • گر به پیشت امتحان است این هوس ** امتحان را امتحان کن یک نفس‌‌ 2680
  • Bu hevesim, sence sınamadan ibaretse bu sınamamı sına.
  • سر مپوشان تا پدید آید سرم ** امر کن تو هر چه بر وی قادرم‌‌
  • Sırrını saklama ki sırrım meydana çıksın. Elimden geleni; gücümün yettiğini buyur!
  • دل مپوشان تا پدید آید دلم ** تا قبول آرم هر آن چه قابلم‌‌
  • Gönlündekini benden gizleme de benim gönlümdeki de ortaya çıksın bu suretle ne yapabileceksem kabul edeyim.
  • چون کنم در دست من چه چاره است ** در نگر تا جان من چه کاره است‌‌
  • Fakat nasıl edeyim; elimde ne çare var? Bir bak hele, canım ne işe yarar ki?
  • تعیین کردن زن طریق طلب روزی کدخدای خود را و قبول کردن او
  • Kadının kocasına rızık isteme yolunu göstermesi, onun da kabul etmesi
  • گفت زن یک آفتابی تافته ست ** عالمی زو روشنایی یافته ست‌‌
  • Kadın dedi ki:”Bir güneş doğmuş, bütün cihan ondan aydınlanmıştır.
  • نایب رحمان خلیفه‌‌ی کردگار ** شهر بغداد است از وی چون بهار 2685
  • O Tanrı vekili, Tanrı halifesidir. Bağdat şehri, onun yüzünden bahar gibidir.
  • گر بپیوندی بدان شه شه شوی ** سوی هر ادبار تا کی می‌‌روی‌‌
  • O padişaha ulaşabilirsen padişah olursun. Ne vakte kadar ikbal sahibi olmayanların yanına gidip duracaksın?
  • همنشینی مقبلان چون کیمیاست ** چون نظرشان کیمیایی خود کجاست‌‌
  • İkbal sahiplerinin dostluğu kimya gibidir. Onların nazarına benzer kimya nerede?
  • چشم احمد بر ابو بکری زده ** او ز یک تصدیق صدیق آمده‌‌
  • Ahmed’in gözü Ebubekir’e değince o bir tasdik yüzünden Sıddıyk olmuştur.”
  • گفت من شه را پذیرا چون شوم ** بی‌‌بهانه سوی او من چون روم‌‌
  • Kocası, “Ben padişah huzuruna nasıl kabul olunurum; bir bahanesiz onun yanına nasıl giderim?
  • نسبتی باید مرا یا حیلتی ** هیچ پیشه راست شد بی‌‌آلتی‌‌ 2690
  • Buna bir münasebet, bir vesile gerek. Hiçbir sanat aletsiz meydana gelir mi?
  • همچو آن مجنون که بشنید از یکی ** که مرض آمد به لیلی اندکی‌‌
  • Mecnun gibi ki, birisinden Leylâ’nın bir parça hastalandığını duydu.