English    Türkçe    فارسی   

2
1798-1822

  • با نماز او بیالوده ست خون ** ذکر تو آلوده‏ی تشبیه و چون‏
  • Onun namazına nasıl kan bulaşmışsa senin Allah’ı anışına da benzetiş ve zannediş bulaşmış!
  • خون پلید است و به آبی می‏رود ** لیک باطن را نجاستها بود
  • Kan pistir ama bir parçacık su ile temizlenir. Fakat içte öyle pislikler vardır ki,
  • کان به غیر آب لطف کردگار ** کم نگردد از درون مرد کار 1800
  • Allah’ın lütuf suyundan gayrı bir şeyle arınmaz, ibadet eden kişinin gönlünden eksilmez.
  • در سجودت کاش رو گردانی‏ای ** معنی سبحان ربی دانی‏ای‏
  • Keşke secdende kıbleden yüzünü çevirmiş olaydın da tek “ Sübhane rabbiyel A’lâ”nın manasına ereydin!
  • کای سجودم چون وجودم ناسزا ** مر بدی را تو نکویی ده جزا
  • “Allah’ım secdem de varlığın gibi sana lâyık değil. Sen, kötülüğe iyilikle mukabele et” diyeydin.
  • این زمین از حلم حق دارد اثر ** تا نجاست برد و گلها داد بر
  • Bu yeryüzünde Hakk’ın hikmetinden eser vardır. Ondan dolayı pislikleri giderir, çiçekleri bitirir.
  • تا بپوشد او پلیدیهای ما ** در عوض بر روید از وی غنچه‏ها
  • Bizim pisliklerimizi örter, karşılığın da ondan koncalar biter.
  • پس چو کافر دید کاو در داد و جود ** کمتر و بی‏مایه تر از خاک بود 1805
  • Kâfir vergide, cömertlikte topraktan daha aşağı, daha verimsiz olduğunu görüp,
  • از وجود او گل و میوه نرست ** جز فساد جمله پاکیها نجست‏
  • Varlığından çiçek ve meyve bitmediğini, hatta bütün temizlikleri bozup pislemekten başka bir şey yapmadığını anlar da
  • گفت واپس رفته‏ام من در ذهاب ** حسرتا یا لیتنی کنت تراب‏
  • “ Ben aykırı anlamış, yanılmışım, yazık, keşke toprak olsaydım;
  • کاش از خاکی سفر نگزیدمی ** همچو خاکی دانه‏ای می‏چیدمی‏
  • Keşke topraktan sefer etmeseydim, keşke bir avuç toprak gibi ben de bir tane düşürüp yetiştirseydim..
  • چون سفر کردم مرا راه آزمود ** زین سفر کردن ره آوردم چه بود
  • Topraktan sefere düştüm ama beni yol imtihan etti, bu yolculuktan ne armağan getirdim ki?” der.
  • ز آن همه میلش سوی خاک است کاو ** در سفر سودی نبیند پیش رو 1810
  • Kâfir yolculuğundan bir fayda görmez, ondan dolayı da bütün meyli toprağadır.
  • روی واپس کردنش آن حرص و آز ** روی در ره کردنش صدق و نیاز
  • Adamın yüzünü geriye çevirmesi, hırstan tamahtandır. Yüzünü yola çevirmesi; doğruluktan niyazdan.
  • هر گیا را کش بود میل علا ** در مزید است و حیات و در نما
  • Büyümeye meyli olan her ot, büyüyüp durur, yaşar günden güne gelişir!
  • چون که گردانید سر سوی زمین ** در کمی و خشکی و نقص و غبین‏
  • Fakat başını yere eğdi mi de günden güne küçülür, kurur, noksan bulur, mahvolur!
  • میل روحت چون سوی بالا بود ** در تزاید مرجعت آن جا بود
  • Ruhunun meyli, yüceliklere ise yücelir durursun, varacağın yer de orasıdır.
  • ور نگون ساری سرت سوی زمین ** آفلی حق لا یحب الآفلین‏ 1815
  • Aksine olarak başını yere eğdin mi battın gitti, Hak “ Ben batanları sevmem” demiştir.
  • پرسیدن موسی علیه السلام از حق تعالی سر غلبه‏ی ظالمان‏
  • Musa Aleyhisselâm’ın Ulu Allah’tan zalimlerin galip gelmelerindeki sırrı sorması
  • گفت موسی ای کریم کارساز ** ای که یک دم ذکر تو عمر دراز
  • Musa, “Ey kerem sahibi, ey her işi yapan, ey bir an zikri, uzun bir ömre bedel olan Allah!
  • نقش کژمژ دیدم اندر آب و گل ** چون ملایک اعتراضی کرد دل‏
  • Bu balçık âleminde eğri büğrü bir iz gördüm. Gönül melekler gibi itiraz etti.
  • که چه مقصود است نقشی ساختن ** و اندر او تخم فساد انداختن‏
  • “Bir nakış yapıp ona fesat tohumunu ekmekteki maksat nedir?
  • آتش ظلم و فساد افروختن ** مسجد و سجده کنان را سوختن‏
  • Zulüm ve fesat ateşini alevlendirip mescidi de, secde edenleri de yakmakta ne hikmet var?
  • مایه‏ی خونابه و زردآبه را ** جوش دادن از برای لابه را 1820
  • Bir yalvarış için kan ve irin kaynağını coşturmak neden?” dedim.
  • من یقین دانم که عین حکمت است ** لیک مقصودم عیان و رویت است‏
  • Ben bunların aynı hikmet olduğunu biliyorum. Fakat maksadım, bu hikmetin büsbütün açığa çıkması ve benim açıkça görmem.
  • آن یقین می‏گویدم خاموش کن ** حرص رویت گویدم نه جوش کن‏
  • O yakîn bana “Sus” dediği halde görme hırsı “ hayır, coş!” demekte.