English    Türkçe    فارسی   

2
3098-3122

  • چون همه اوصاف و اجزا شد نحیف ** خویشتن‏داری و صبرت شد ضعیف‏
  • Vücudun bütün cüzileri, zayıflar, yıpranır, sabır da azalır.
  • بر نتابد دو سخن زو هی کند ** تاب یک جرعه ندارد قی کند
  • İki çift söze bile tahammül edemez, haykırır. Bir yudum suyu bile hazmedemez, kusuverir!
  • جز مگر پیری که از حق است مست ** در درون او حیات طیبه است‏ 3100
  • Ancak Allah sarhoşu olan ihtiyar müstesna. O tertemiz bir yaşayışa sahiptir.
  • از برون پیر است و در باطن صبی ** خود چه چیز است آن ولی و آن نبی‏
  • Zahiren ihtiyardır ama hakikatte çocuk. Zaten o veli ve nebi nedir ki?
  • گر نه پیدایند پیش نیک و بد ** چیست با ایشان خسان را این حسد
  • Eğer iyinin, kötünün yanında zahir olmasalar bu aşağılık kişilerin onlara şu hasedi neden?
  • ور نمی‏دانندشان علم الیقین ** چیست این بغض و حیل سازی و کین‏
  • Onlar yakîn ilmini bilmiyorlarsa onlara karşı bu buğuz, bu hilekârlık, bu kin ne?
  • ور نمی‏دانند بعث و رستخیز ** چون زنندی خویش بر شمشیر تیز
  • Onlara düşman olanlar ölümden sonra dirilmeyi ve kıyamet gününü bilselerdi kendilerini keskin kılıcın üstüne nasıl atarlardı.
  • بر تو می‏خندد مبین او را چنان ** صد قیامت در درون استش نهان‏ 3105
  • O pir sana gülümser, fakat sen onu öyle görme; onun için yüzlerce kıyamet var.
  • دوزخ و جنت همه اجزای اوست ** هر چه اندیشی تو او بالای اوست‏
  • Cennet, cehennem... Hepsi onun cüzileri. Ne düşünürsen, O, o düşünceden de üstün.
  • هر چه اندیشی پذیرای فناست ** آن که در اندیشه ناید آن خداست‏
  • Ne düşünüyorsan yokluk kabul eder, fakat düşünceye sığmayan yok mu? İşte Allah odur.
  • بر در این خانه گستاخی ز چیست ** گر همی‏دانند کاندر خانه کیست‏
  • İçinde kim olduğunu biliyorsa, evin kapısındaki küstahlık neden?
  • ابلهان تعظیم مسجد می‏کنند ** در جفای اهل دل جد می‏کنند
  • Ahmaklar Mescidi ulular da, gönül ehlinin gönlünü yıkmaya çalışır.
  • آن مجاز است این حقیقت ای خران ** نیست مسجد جز درون سروران‏ 3110
  • Hâlbuki o mecazidir be eşekler, bu hakikat. Uluların gönülden başka Mescidi yoktur.
  • مسجدی کان اندرون اولیاست ** سجده‏گاه جمله است آن جا خداست‏
  • Herkesin secdegâhı olan velilerin gönül mescitlerinde Allah vardır.
  • تا دل مرد خدا نامد به درد ** هیچ قومی را خدا رسوا نکرد
  • Allah erinin gönlü derde düşmedikçe Allah, hiçbir milleti rüsvay etmemiştir.
  • قصد جنگ انبیا می‏داشتند ** جسم دیدند آدمی پنداشتند
  • Peygamberlerle savaşa girişenler, onları cisim görüp kendileri gibi insan sanmışlardır.
  • در تو هست اخلاق آن پیشینیان ** چون نمی‏ترسی که تو باشی همان‏
  • Sende o ilk gelenlerin ahlâkı var. Nasıl oluyor da sen de onlar gibi helâk olmaktan korkmuyorsun?
  • آن نشانیها همه چون در تو هست ** چون تو زیشانی کجا خواهی برست‏ 3115
  • Onlardaki nişanelerin hepsi sende de var. Mademki onlardansın, nerde kurtulacaksın?
  • قصه‏ی جوحی و آن کودک که پیش جنازه‏ی پدر خویش نوحه می‏کرد
  • Cuha ile babasının cenazesi önünde feryat eden çocuk
  • کودکی در پیش تابوت پدر ** زار می‏نالید و بر می‏کوفت سر
  • Çocuğun biri, babasının tabutu önünde ağlamakta, başına vurmaktaydı.
  • کای پدر آخر کجایت می‏برند ** تا ترا در زیر خاکی بسپرند
  • “Baba, seni nereye götürüyorlar? Nihayet seni toprağın altına yatıracaklar.
  • می‏برندت خانه‏ی تنگ و زحیر ** نی در او قالی و نه در وی حصیر
  • Öyle bir dar, öyle bir elemli eve götürüyorlar ki orada ne halı var, ne hasır.
  • نی چراغی در شب و نه روز نان ** نی در او بوی طعام و نه نشان‏
  • Ne geceleyin bir ışık var, ne gündüzün bir dilim ekmek, ne yemek kokusu var, ne yiyecekten eser..
  • نی درش معمور و نی در بام راه ** نی یکی همسایه کاو باشد پناه‏ 3120
  • Ne mamur bir kapı var, ne damında bir yol, ne de sığınılacak bir komşu!
  • چشم تو که بوسه گاه خلق بود ** چون رود در خانه‏ی کور و کبود
  • Halkın öptüğü cismin o elemli yurda nasıl gidecek?
  • خانه‏ی بی‏زینهار و جای تنگ ** که در او نه روی می‏ماند نه رنگ‏
  • Amansız bir ev, dar bir yer, orada ne bet kalır, ne beniz” demekte.