English    Türkçe    فارسی   

3
1129-1153

  • گرچه میوه آخر آید در وجود ** اولست او زانک او مقصود بود
  • Gerçi meyve ağaçtan sonra vücuda gelir, fakat hakikatte evvel odur, çünkü ağaçtan maksat odur.
  • چون ملایک گوی لا علم لنا ** تا بگیرد دست تو علمتنا 1130
  • Melekler gibi "Bizim bilgimiz yok" de de, “Ancak senin bildirdiğin bilgiyi biliriz” sırrı elini tutsun.
  • گر درین مکتب ندانی تو هجا ** همچو احمد پری از نور حجی
  • Bu mektep de hecelemeyi bilmezsen Ahmed gibi akıl ve irfan nuriyle dolarsın.
  • گر نباشی نامدار اندر بلاد ** گم نه‌ای الله اعلم بالعباد
  • Şehirlerde ad san sahibi olmazsan, Allah kullarının halini daha iyi bilir ya, kaybolmazsın, merak etme.
  • اندر آن ویران که آن معروف نیست ** از برای حفظ گنجینه‌ی زریست
  • Altın definesini bilinmeyen viranelere gizlerler?
  • موضع معروف کی بنهند گنج ** زین قبل آمد فرج در زیر رنج
  • Hiç defineyi bilinen yere koyarlar mı? İşte kurtulmanın, halâs olmanın da zahmet ve meşakkatlerde gizlenmesi buna benzer.
  • خاطر آرد بس شکال اینجا ولیک ** بسکلد اشکال را استور نیک 1135
  • Burada hatıra birçok şüpheler, tereddütler gelebilir ama iyi at, kösteklerini kırar, bukağıdan kurtuluverir.
  • هست عشقش آتشی اشکال‌سوز ** هر خیالی را بروبد نور روز
  • Onun sevgisi, şüphe ve tereddütleri yakan bir ateştir. Gündüzün nuru, bütün hayalleri siler süpürür.
  • هم از آن سو جو جواب ای مرتضا ** کین سال آمد از آن سو مر ترا
  • Ey Allah rızasını elde eden, bu sual, sana o taraftan geldi, cevabını da o taraftan ara.
  • گوشه‌ی بی گوشه‌ی دل شه‌رهیست ** تاب لا شرقی و لا غرب از مهیست
  • Gönlün köşesiz köşesi yok mu? İşte o bucak, padişaha varan bir yoldur. Gönlün doğudan da olmayan, batıdan da olmayan aydınlığı, tek bir aydan meydana gelir.
  • تو ازین سو و از آن سو چون گدا ** ای که معنی چه می‌جویی صدا
  • Ey mana dağı, sen yoksullar gibi bu tarafa o tarafta neden ses arayıp durursun.
  • هم از آن سو جو که وقت درد تو ** می‌شوی در ذکر یا ربی دوتو 1140
  • Derde düşünce iki büklüm olup “Yarabbi” diye yalvardığın taraf yok mu, bu sesi de o tarafta ara.
  • وقت درد و مرگ آن سو می‌نمی ** چونک دردت رفت چونی اعجمی
  • Dert ve ölüm zamanı o tarafa yönelir, feryat ve figana düşersin. Dertten kurtulunca neden yabancıya dönüyor, hiç o tarafı aklına bile getirmiyorsun?
  • وقت محنت گشته‌ای الله گو ** چونک محنت رفت گویی راه کو
  • Mihnet zamanında “Allah” demeye başlar, sıkıntın geçti mi “Nerede ona yol ?” dersin.
  • این از آن آمد که حق را بی گمان ** هر که بشناسد بود دایم بر آن
  • Bu hal, şundan ileri geliyor: “Allah’ı şeksiz, şüphesiz bilen, tanıyan, daima onu anlar, ondan hiç ayrılmaz.
  • وانک در عقل و گمان هستش حجاب ** گاه پوشیدست و گه بدریده جیب
  • Fakat akıl ve şüphe hicaplarında kalan kişiye Allah tecellisi, gâh örtülür, gâh yenini, yakasını yırtıp görünür.
  • عقل جزوی گاه چیره گه نگون ** عقل کلی آمن از ریب المنون 1145
  • Aklı cüzi gâh üstündür, gâh baş aşağı, Aklı Külli ise bütün hâdiselerden kurtulmuştur, emindir.
  • عقل بفروش و هنر حیرت بخر ** رو به خواری نه بخارا ای پسر
  • Akılla hüneri sat da hayreti satın al. Oğul, horluğa doğru git, Buhara’ya değil!
  • ما چه خود را در سخن آغشته‌ایم ** کز حکایت ما حکایت گشته‌ایم
  • Biz neye bu derece de söze daldık? Hikâye söyleyelim derken hikâye olduk gitti.
  • من عدم و افسانه گردم در حنین ** تا تقلب یابم اندر ساجدین
  • Ben yokum zaten ağlayıp, ağlayıp sızlayarak masal oldum gitti… Bu suretle secde edenler arasına katılayım, onlarla beraber yuvarlanayım bari.
  • این حکایت نیست پیش مرد کار ** وصف حالست و حضور یار غار
  • İş bilen, söz anlayan adama bu söz, hikâye değil. Hâlimi anlatıyorum ben, sevgilinin huzurundayım ben!
  • آن اساطیر اولین که گفت عاق ** حرف قرآن را بد آثار نفاق 1150
  • Âsi, bunlar önce gelip geçenlere ait aslı yok masallar dedi ya… Kur’an hakkında söylenen bu söz, nifak eseridir.
  • لامکانی که درو نور خداست ** ماضی و مستقبل و حال از کجاست
  • İçinde Allah nuru olan Lâmekân âleminde nerede geçmiş, nerede gelecek, nerede hâl,
  • ماضی و مستقبلش نسبت به تست ** هر دو یک چیزند پنداری که دوست
  • Geçmiş, gelecek, sana göredir. Yoksa hakikatte ikisi de birdir. Fakat sen iki sanırsın.
  • یک تنی او را پدر ما را پسر ** بام زیر زید و بر عمرو آن زبر
  • Bir adam, onun babasıdır, bizim oğlumuz, Zeydin altında olan dam, Amr’ın üstündedir.