English    Türkçe    فارسی   

3
1345-1369

  • نه که عاشق روز و شب گوید سخن ** گاه با اطلال و گاهی با دمن 1345
  • Âşık, gece gündüz gâh çadır yerlerinde kalan çerçöpe, gâh harabelere hitap eder;
  • روی با اطلال کرده ظاهرا ** او کرا می‌گوید آن مدحت کرا
  • Zahiren çadır yerlerinde kalan süprüntülere, çerçöpe yüz tutar, onlara hitap eder ama kimi övüyor, kimi?
  • شکر طوفان را کنون بگماشتی ** واسطه‌ی اطلال را بر داشتی
  • Şükrolsun tufan gönderdin de o süprüntüleri, o yapı bakiyelerini ortadan kaldırdın.
  • زانک اطلال لیم و بد بدند ** نه ندایی نه صدایی می‌زدند
  • Çünkü onlar kötü ve aşağılık binalardı, kötü ve aşağılık yığınlardı. Bize ne sesleniyorlar, ne sesimize karşılık veriyorlardı!
  • من چنان اطلال خواهم در خطاب ** کز صدا چون کوه واگوید جواب
  • Ben öyle yapılar isterim ki onlara hitap edince dağ gibi sesime ses versinler,
  • تا مثنا بشنوم من نام تو ** عاشقم برنام جان آرام تو 1350
  • De adını iki kere duyayım. Ben canıma can olan, ruhuma istirahat veren adına âşığım.
  • هرنبی زان دوست دارد کوه را ** تا مثنا بشنود نام ترا
  • Her peygamber, senin adını iki kere duysun diye dağı sever.
  • آن که پست مثال سنگ لاخ ** موش را شاید نه ما را در مناخ
  • O alçak ve taşlık dağ, farenin, yurdu olmaya lâyıktır, bizim yurdumuz değil!
  • من بگویم او نگردد یار من ** بی صدا ماند دم گفتار من
  • Ben söyleyeyim de o bana yâr olmasın, sözlerim cevapsız kalsın, sesime ses bile vermesin ha!
  • با زمین آن به که هموارش کنی ** نیست همدم با قدم یارش کنی
  • Öyle dağı yerle yeksan etmek… İnsana hemdem olmadığından onu ayaklar altına atıp ezmek daha iyi!
  • گفت ای نوح ار تو خواهی جمله را ** حشر گردانم بر آرم از ثری 1355
  • Allah: “Ey Nuh, eğer istiyorsan bütün boğulanları yeniden ve tekrar dirilteyim, yeryüzüne getireyim.
  • بهر کنعانی دل تو نشکنم ** لیکت از احوال آگه می‌کنم
  • Senin hatırını bir Kenan için kırmam ben. Fakat seni ahvalden haberdar ediyorum” dedi.
  • گفت نه نه راضیم که تو مرا ** هم کنی غرقه اگر باید ترا
  • Nuh, “Hayır hayır… Eğer beni de gark etmek istesen yine hükmüne razıyım.
  • هر زمانم غرقه می‌کن من خوشم ** حکم تو جانست چون جان می‌کشم
  • Her an beni gark et. Hoşlanırım bundan, hükmün cana benzer, canla başla razıyım.
  • ننگرم کس را وگر هم بنگرم ** او بهانه باشد و تو منظرم
  • Hiç kimseciğe bakmam, bakmam bile o bakış bahanedir, gördüğüm sensin.
  • عاشق صنع توم در شکر و صبر ** عاشق مصنوع کی باشم چو گبر 1360
  • Şükür, zamanında da senin yaptığın işe, sana âşığım, sabır zamanında da. Kâfir gibi hiç senin yarattığına âşık olur muyum?
  • عاشق صنع خدا با فر بود ** عاشق مصنوع او کافر بود
  • Allah hükmüne âşık olan nurlanır, yarattığına âşık olansa kâfir olur, diye cevap verdi.
  • توفیق میان این دو حدیث کی الرضا بالکفر کفر و حدیث دیگر من لم یرض بقضایی فلیطلب ربا سوای
  • Küfre razı olma küfürdür, hadisiyle kaza ve kaderine razı olmayan benden başka bir Allah arasın hadisinin manalarını birleştirmek
  • دی سالی کرد سایل مر مرا ** زانک عاشق بود او بر ماجرا
  • Dün mübahaseyi seven birisi, bana bir sual sordu.
  • گفت نکته‌ی الرضا بالکفر کفر ** این پیمبر گفت و گفت اوست مهر
  • Dedi ki: “Küfre razı olmak küfürdür.” Bunu Peygamber söyledi, onun söylediği söz de doğrudur, yerindedir.
  • باز فرمود او که اندر هر قضا ** مر مسلمان را رضا باید رضا
  • Sonra da yine “Müslüman olan kişinin her türlü kazaya razı olması lazımdır” buyurdu.
  • نه قضای حق بود کفر و نفاق ** گر بدین راضی شوم باشد شقاق 1365
  • Kâfirlik ve münafıklık da Allah’ın kaza ve kaderiyle değil mi? Fakat buna razı olursak (ilk hadise göre) kötülük etmiş olmaz mıyız?
  • ور نیم راضی بود آن هم زیان ** پس چه چاره باشدم اندر میان
  • Razı olmazsak o da suç… Peki, ikisinin arasında hangi çareye başvuralım.”
  • گفتمش این کفر مقضی نه قضاست ** هست آثار قضا این کفر راست
  • Ona dedim ki: “Bu küfür, Allah’ın takdiriyledir ama Allah’ın hükmüyle, Allah’ın emir ve rızasıyla değildir. Bu küfür yalnız kaza ve kaderin eserlerindendir.
  • پس قضا را خواجه از مقضی بدان ** تا شکالت دفع گردد در زمان
  • Hocam, Allah’ın kaza ve kaderini, Allah’ın bilgisi olarak bil de şüphe ve tereddüdün kalmasın.
  • راضیم در کفر زان رو که قضاست ** نه ازین رو که نزاع و خبث ماست
  • Küfrede razıyız, çünkü Allah’ın bilgisine muvafıktır, fakat bizim fenalığımızdan, bizim kötülüğümüzden meydana geldiğinden de razı değiliz.