English    Türkçe    فارسی   

3
1841-1865

  • صبر کرد و بود چندی در حرج ** کشف شد کالصبر مفتاح الفرج
  • Sabretti, bir müddet gönlü sıkıldı, fakat nihayet meseleyi anladı. Çünkü sabır, genişliğin anahtarıdır.
  • صبرکردن لقمان چون دید کی داود حلقه‌ها می‌ساخت از سال کردن با این نیت کی صبر از سال موجب فرج باشد
  • Lokman’ın Davud aleyhisselâm’ı demir halkalar yaparken görüp merak etmesi, sabredersem elbette anlarım diye sormayıp sabretmesi
  • رفت لقمان سوی داود صفا ** دید کو می‌کرد ز آهن حلقه‌ها
  • Lokman, tertemiz Davud’un yanına gitmiş, onun demir halkalar yapmakta olduğunu görmüştü.
  • جمله را با همدگر در می‌فکند ** ز آهن پولاد آن شاه بلند
  • O yüce padişah demir halkalar yapıyor, halkaları birbirine takıyordu.
  • صنعت زراد او کم دیده بود ** درعجب می‌ماند وسواسش فزود
  • Lokman silah yapma sanatını pek görmemişti, şaşırıp kaldı, vesveseleri arttı.
  • کین چه شاید بود وا پرسم ازو ** که چه می‌سازی ز حلقه تو بتو 1845
  • Bu nedir acaba, şunu bir sorsam, bu kat kat halkalarla ne yapıyorsun desem, dedi.
  • باز با خود گفت صبر اولیترست ** صبر تا مقصود زوتر رهبرست
  • Sonra yine kendi kendisine dedi ki: “ Dur hele sabır daha iyi. Sabır, adamı maksadına çabucak ulaştırır.
  • چون نپرسی زودتر کشفت شود ** مرغ صبر از جمله پران‌تر بود
  • Sormazsam iş daha çabuk anlaşılır. Sabırlı kuş, bütün kuşlardan daha iyi uçar.
  • ور بپرسی دیرتر حاصل شود ** سهل از بی صبریت مشکل شود
  • Fakat sorarsam maksadı daha geç anlarım, kolaycacık anlayacağım şey, bu sorgumla güçleşir.
  • چونک لقمان تن بزد هم در زمان ** شد تمام از صنعت داود آن
  • Lokman, orada bir müddet sabredip durdu. Bu müddet içinde Davud da zırhı yapıp tamamladı.
  • پس زره سازید و در پوشید او ** پیش لقمان کریم صبرخو 1850
  • Kerem ve sabır sahibi Lokman’ın önünde bedenine geçirip giyindi.
  • گفت این نیکو لباسست ای فتی ** درمصاف و جنگ دفع زخم را
  • “Civanım, bu, savaşta yaralanmamak için güzel bir elbisedir” dedi.
  • گفت لقمان صبر هم نیکو دمیست ** که پناه و دافع هر جا غمیست
  • Lokman dedi ki. “Sabır da güzel bir iş. Her dertte ona sığınmak gerek, her gamı o giderir.”
  • صبر را با حق قرین کرد ای فلان ** آخر والعصر را آگه بخوان
  • A kişi “Vel asri” suresinin sonunu dikkatlice oku da bak. Allah o surede sabrı hakla beraber andı, sabrı hakka eş etti.
  • صد هزاران کیمیا حق آفرید ** کیمیایی همچو صبر آدم ندید
  • Allah, yüz binlerce kimya yarattı ama insan, sabır gibi bir kimya görmedi.
  • بقیه‌ی حکایت نابینا و مصحف
  • Körün Mushaf okuması hikâyesinin sonu
  • مرد مهمان صبرکرد و ناگهان ** کشف گشتش حال مشکل در زمان 1855
  • Konuk da sabretti. Ansızın müşkül halloldu, anlamak istediğini anladı.
  • نیم‌شب آواز قرآن را شنید ** جست از خواب آن عجایب را بدید
  • Gece yarısı Kur’an sesini duydu. Uykusundan sıçradı, şu acayip şeyi gördü:
  • که ز مصحف کور می‌خواندی درست ** گشت بی‌صبر و ازو آن حال جست
  • Kör, mushaftan Kur’an okumaktaydı. Hem de doğru olarak okuyordu. Sabırsızlandı, bu hali sordu, dedi ki:
  • گفت آیا ای عجب با چشم کور ** چون همی‌خوانی همی‌بینی سطور
  • “Gözün kör olduğu halde şaştım doğrusu, bu satırları nasıl okuyabiliyorsun sen?
  • آنچ می‌خوانی بر آن افتاده‌ای ** دست را بر حرف آن بنهاده‌ای
  • Okuduğun satıra bakmakta, elini okuduğun harflerin üstünde gezdirmektesin.
  • اصبعت در سیر پیدا می‌کند ** که نظر بر حرف داری مستند 1860
  • Parmağını satırlar üstünde gezdirişinden anlaşılıyor, mutlaka harfleri görüyorsun.”
  • گفت ای گشته ز جهل تن جدا ** این عجب می‌داری از صنع خدا
  • Kör dedi ki. “Ey ten bilgisizliğinden kurtulan, bunu Allah yapamaz mı ki? Neye şaşırıyorsun?
  • من ز حق در خواستم کای مستعان ** بر قرائت من حریصم همچو جان
  • Ben Allah’a, ey yardımcım olan Allah, ey yardım dilenen Rabbim, adam canına nasıl düşkünse ben de Kur’an okumaya öyle düşkünüm.
  • نیستم حافظ مرا نوری بده ** در دو دیده وقت خواندن بی‌گره
  • Fakat hafız değilim ki, Yarabbi Kur’an okuyacağım vakit gözlerime illetsiz bir nur ver,
  • باز ده دو دیده‌ام را آن زمان ** که بگیرم مصحف و خوانم عیان
  • Benim gözlerimi aç da Kur’an’ı elime alıp okuyayım diye dua ettim.
  • آمد از حضرت ندا کای مرد کار ** ای بهر رنجی به ما اومیدوار 1865
  • Allah’tan ey Kur’an’a düşkün adam, ey her dertte bize yüz tutan, bizden ümidini kesmeyen kişi,