English    Türkçe    فارسی   

3
2109-2133

  • قصه‌ها آغاز کردیم از شتاب ** ماند بی مخلص درون این کتاب
  • Bu kitap da birçok hikâyelere başlayıverdik… Fakat onlar noksan kaldı.
  • ای ضیاء الحق حسام الدین راد ** که فلک و ارکان چو تو شاهی نزاد 2110
  • Ey Hak ziyası cömert Husameddin, feleklerle unsurlar, senin gibi bir padişah doğurmamıştır.
  • تو بنادر آمدی در جان و دل ** ای دل و جان از قدوم تو خجل
  • Sen, cana da nadir gelirsin, gönüle de. Senin kudumuna karşı bir şey yapamadığından can da mahcuptur, gönül de!
  • چند کردم مدح قوم ما مضی ** قصد من زانها تو بودی ز اقتضا
  • Geçmiş kavimleri ne kadar methettim, fakat bütün bunlardan maksadım sensin.
  • خانه‌ی خود را شناسد خود دعا ** تو بنام هر که خواهی کن ثنا
  • Dua, çıktığı evi bilir, sen kimin adını anarsan an, kimi översen öv!
  • بهر کتمان مدیح از نا محل ** حق نهادست این حکایات و مثل
  • Övüşleri namahrem olanlardan gizlemek için Allah bile hikâyeler söylemekte, misaller getirmektedir.
  • گر چه آن مدح از تو هم آمد خجل ** لیک بپذیرد خدا جهد المقل 2115
  • O medihler de sana karşı hiçtir, onlar da senden utanıyorlar ama yoksul, elinden ne gelebilirse armağan olarak onu sunar, Allah, bu armağanı da kabul eder.
  • حق پذیرد کسره‌ای دارد معاف ** کز دو دیده‌ی کور دو قطره کفاف
  • Allah, âciz kişinin aczini hoş görür. Körün gözlerindeki iki katra yaşı da kabul eder. Zaten körün gözünde bu iki katradan başka ne bulunabilir ki?
  • مرغ و ماهی داند آن ابهام را ** که ستودم مجمل این خوش‌نام را
  • Ben o güzelim adı pek kısa bir tarzda övdüm; bunu kuş da biliyor, balık da!
  • تا برو آه حسودان کم وزد ** تا خیالش را به دندان کم گزد
  • Sebebi de şu: Hasetçiler, kıskanıp haset ederek ah etmesinler, hayalini dişleriyle dişlemesinler!
  • خود خیالش را کجا یابد حسود ** در وثاق موش طوطی کی غنود
  • Ama zaten hasetçi, onun hayalini nereden bulacak? Hiç fare deliğinde dudu kuşu oturur mu?
  • آن خیال او بود از احتیال ** موی ابروی ویست آن نه هلال 2120
  • O hasetçinin gördüğü hayal, onun hayali değildir ki… O hilâl değil, onun kendi kaşının kılı!
  • مدح تو گویم برون از پنج و هفت ** بر نویس اکنون دقوقی پیش رفت
  • Ben seni beş duyguyla yedi kat göğe sığmayacak bir şekilde öveceğim. Şimdi yaz bakalım: Dekukî ileri geçip imam oldu.
  • پیش رفتن دقوقی به امامت آن قوم
  • Dekukî’nin ileri geçip onlara imam olması
  • در تحیات و سلام الصالحین ** مدح جمله‌ی انبیا آمد عجین
  • Tahiyatta, salih kişilere selâm verilirken bütün peygamberler methedilmiş olur; hepsinin methi, birbiriyle yoğururlar.
  • مدحها شد جملگی آمیخته ** کوزه‌ها در یک لگن در ریخته
  • Medihler, birbirine karışır, âdeta testilerdeki sular, bir leğene dökülür.
  • زانک خود ممدوح جز یک بیش نیست ** کیشها زین روی جز یک کیش نیست
  • Çünkü övülen, bir kişiden daha fazla değildir ki. Bundan dolayı dinler, mezhepler, ancak tek bir mezhepten ibarettir.
  • دان که هر مدحی بنور حق رود ** بر صور و اشخاص عاریت بود 2125
  • Bil ki her övüş, Allah nuruna varır, ulaşır; suretlerle şahısları övüşse âriyettir.
  • مدحها جز مستحق را کی کنند ** لیک بر پنداشت گم‌ره می‌شوند
  • Müstahak olmayanı kim metheder ki? Fakat bilmeyenler, şunu bunu methediyor sanırlar da yol azıtırlar.
  • همچو نوری تافته بر حایطی ** حایط آن انوار را چون رابطی
  • Bu, şuna benzer: bir duvara herhangi bir nurdur vurur. Duvar o nurun aksetmesine bir vasıtadır.
  • لاجرم چون سایه سوی اصل راند ** ضال مه گم کرد و ز استایش بماند
  • Fakat ayın aksi aslına ulaştı mı, yol azıtan kişi ayı kaybeder, övüşü terk eder.
  • یا ز چاهی عکس ماهی وا نمود ** سر بچه در کرد و آن را می‌ستود
  • Yahut da ay, bir kuyuya akseder, adam da bu aksi görür, başını kuyuya uzatır, bakar durur.
  • در حقیقت مادح ماهست او ** گرچه جهل او بعکسش کرد رو 2130
  • Methe başlarsa hakikatte ayı metheder, isterse bilgisizlikle ayın aksine yüz tutmuş olsun.
  • مدح او مه‌راست نه آن عکس را ** کفر شد آن چون غلط شد ماجرا
  • Övüşü aya aittir, ayın aksine ait değil. Fakat birisi, Hakk’ı övmez de mahlûku överse yanlış bir iş yapmış olur ki bu, küfürdür.
  • کز شقاوت گشت گم‌ره آن دلیر ** مه به بالا بود و او پنداشت زیر
  • Bu işi yapan kötülükten yolunu kaybetmiştir. Ay, gökyüzündeyken o, aşağıda sanmıştır.
  • زین بتان خلقان پریشان می‌شوند ** شهوت رانده پشیمان می‌شوند
  • Halk bu put gibi güzellere kapılıp perişan olur; şehvete uyup onlara dokunan pişman olur.