English    Türkçe    فارسی   

3
2999-3023

  • اهل دنیا سجده‌ی ایشان کنند ** چونک سجده‌ی کبریا را دشمنند
  • Dünya ehli olanlar, onlara secde ederler. Çünkü Allah’a secde etmenin düşmanıdır onlar!
  • ساخت سرگین‌دانکی محرابشان ** نام آن محراب میر و پهلوان 3000
  • Dünya ehline bir fışkı yerceğizini mihrap düzdü… O mihrabın adı da bey, padişah!
  • لایق این حضرت پاکی نه‌اید ** نیشکر پاکان شما خالی‌نیید
  • Bu tertemiz kapıya lâyık değilsiniz ki… Temiz kişiler, şeker kamışıdır, sizse bomboş birer kamıştan ibaretsiniz.
  • آن سگان را این خسان خاضع شوند ** شیر را عارست کو را بگروند
  • O çeşit köpeklere elbette bu çeşit bayağılık adamlar hürmet ederler. Öyle adi kişiye hürmet etmek, öyle adi adama inanmak, aslana ardır.
  • گربه باشد شحنه هر موش‌خو ** موش که بود تا ز شیران ترسد او
  • Fare huylulara kedi bey olur. Fare kim oluyor ki aslandan korksun?
  • خوف ایشان از کلاب حق بود ** خوفشان کی ز آفتاب حق بود
  • Fare huyludur, Allah köpeklerinden korkarlar,
  • ربی الاعلاست ورد آن مهان ** رب ادنی درخور این ابلهان 3005
  • Uluların virdi, (Rabbimiz yücelerin yücedir) sözüdür. Bu aptallara lâyık olan Rab ise kendisinde Allah kuvveti vehmeden dünya büyükleridir.
  • موش کی ترسد ز شیران مصاف ** بلک آن آهوتگان مشک‌ناف
  • Fare, nasıl olurda savaş aslanlarından korkar. Onlardan korkanlar, misk ceylânlarıdır ancak.
  • رو به پیش کاسه‌لیس ای دیگ‌لیس ** توش خداوند و ولی نعمت نویس
  • Yürü ey çömlek yalayıcı, kâse yalayıcının yanına git… Onu kendine Allah say, velinimet say!
  • بس کن ار شرحی بگویم دور دست ** خشم گیرد میر و هم داند که هست
  • Kâfi yeter artık… Uzun uzadıya anlatmaya girişsem beyler, padişahlar, hem kızarlar, hem de anlattıklarımın kendilerinde olduğunu bilirler anlarlar.
  • حاصل این آمد که بد کن ای کریم ** با لیمان تا نهد گردن لیم
  • Hulâsa ey kerem sahibi, alçak nefse iyilik etme, kötü davran da alçaklarla beraber o da sana boyun eğsin, teslim olsun.
  • با لیم نفس چون احسان کند ** چون لیمان نفس بد کفران کند 3010
  • Alçak nefse ihsanda bulunursa alçaklar gibi nimeti inkâr eder, azgınlaşır.
  • زین سبب بد که اهل محنت شاکرند ** اهل نعمت طاغیند و ماکرند
  • İşte mihnette, meşakkatte bulunanların şükretmesi, nimet ve devlet sahiplerinin azgın ve hilebaz olmaları bu yüzdendir.
  • هست طاغی بگلر زرین‌قبا ** هست شاکر خسته‌ی صاحب‌عبا
  • Altınlarla bezenmiş kaftanlara bürünen beyler, padişahlar azgın kişilerdir. Abaya sarınan yoksul yok mu? Şükreden odur işte.
  • شکر کی روید ز املاک و نعم ** شکر می‌روید ز بلوی و سقم
  • Mal, mülk, devlet ve nimet sahipleri hiç şükrederler mi? Şükür mihnetten ve meşakkatten biter, gelişir.
  • قصه عشق صوفی بر سفره‌ی تهی
  • Sofinin boş sofraya sevdalanması
  • صوفیی بر میخ روزی سفره دید ** چرخ می‌زد جامه‌ها را می‌درید
  • Bir sofi bir gün çiviye asılmış bir sofra gördü. Vecde geldi, dönmeye, oynamaya başladı, elbisesini yırtıyor.
  • بانگ می‌زد نک نوای بی‌نوا ** قحطها و دردها را نک دوا 3015
  • İşte azıkların azığı... İşte kıtlıkların, dertlerin devası diye nâralar atıyordu.
  • چونک دود و شور او بسیار شد ** هر که صوفی بود با او یار شد
  • Dumanı başından çıkıp neşesi, zevki arttıkça arttı… Sofilerde ona uydular, semâa başladılar.
  • کخ‌کخی و های و هویی می‌زدند ** تای چندی مست و بی‌خود می‌شدند
  • Kih, kih gülmeye, hay huy etmeye koyuldular… Defalarca kendilerinden geçip kendilerine geldiler.
  • بوالفضولی گفت صوفی را که چیست ** سفره‌ای آویخته وز نان تهیست
  • Herzevekilin biri, sofiye “Çiviye asılı ve içinde ekmek olmayan bomboş sofra nedir ki seni bu derece zevke, vecde getiriyor?” dedi.
  • گفت رو رو نقش بی‌معنیستی ** تو بجو هستی که عاشق نیستی
  • Sofi dedi ki: “ Yürü git be… Sen manasız bir suretten ibaretsin… Sen varlık peşinde koş, âşık değilsin sen.
  • عشق نان بی نان غذای عاشق است ** بند هستی نیست هر کو صادقست 3020
  • Aşığın gıdası, ekmeksiz ekmeğe âşık olmaktır. Aşkında doğru olan kişi. Varlığa bağlanmaz.
  • عاشقان را کار نبود با وجود ** عاشقان را هست بی سرمایه سود
  • Âşıkların varlıkla işi yoktur… Âşıklar, kârı sermayesiz elde ederler.
  • بال نه و گرد عالم می‌پرند ** دست نه و گو ز میدان می‌برند
  • Kanatları yoktur, âlemin etrafında uçarlar… Elleri yoktur, topu meydandan kaparlar!
  • آن فقیری کو ز معنی بوی یافت ** دست ببریده همی زنبیل بافت
  • Mana kokusunu duyan o yoksul da eli kesik olduğu halde zembil örerdi ya!