English    Türkçe    فارسی   

3
3382-3406

  • شرم ناید تیغ را از جان تو ** آن تست این ای برادر آن تو
  • Kılıç, senin canını alıverir, hiç utanıp sıkılmaz. Kardeş, bu senin lâyığındır, lâyığın!
  • دعاکردن موسی آن شخص را تا بایمان رود از دنیا
  • Musa’nın, o adamın imanla ölmesi için duası
  • موسی آمد در مناجات آن سحر ** کای خدا ایمان ازو مستان مبر
  • Musa, o seher çağı duaya başladı: “Yarabbi, sen, onun imanını alma.
  • پادشاهی کن برو بخشا که او ** سهو کرد و خیره‌رویی و غلو
  • Padişahlıkta bulun, bağışla onu… O yanılmış, şaşırmış, haddini bilmemiş, haddinden fazla ileri gitmiş!
  • گفتمش این علم نه درخورد تست ** دفع پندارید گفتم را و سست 3385
  • Bu bilgi, senin harcın değil dedim ama sözümü anlamadı. Başımdan savıyorum sandı.
  • دست را بر اژدها آنکس زند ** که عصا را دستش اژدرها کند
  • Sopasını ejderha yapabilen kişi ejderhaya el atabilir.
  • سر غیب آن را سزد آموختن ** که ز گفتن لب تواند دوختن
  • Dudağını yumup söylemeyen, sırrı gizleyebilen, gayb sırrını öğrenebilir.
  • درخور دریا نشد جز مرغ آب ** فهم کن والله اعلم بالصواب
  • Su kuşundan başka kuş denize atılmaz, artık anlayıver… Doğrusunu Allah daha iyi bilir.
  • او به دریا رفت و مرغ‌آبی نبود ** گشت غرقه دست گیرش ای ودود
  • O da suda yaşayan kuş olmadığı halde denize atıldı, boğuluyor… Ey merhametli Allah, sen elini tut! “
  • اجابت کردن حق تعالی دعای موسی را علیه السلام
  • Ulu Allah’ın Musa aleyhisselâm’ın duasını kabul etmesi
  • گفت بخشیدم بدو ایمان نعم ** ور تو خواهی این زمان زنده‌ش کنم 3390
  • Allah dedi ki: “Peki… İmanını bağışladım. Hatta dilersen şimdi dirilteyim de…
  • بلک جمله مردگان خاک را ** این زمان زنده کنم بهر ترا
  • Değil yalnız onu, hatırın için bütün ölüp gömülmüş olanları dirilteyim.
  • گفت موسی این جهان مردنست ** آن جهان انگیز کانجا روشنست
  • Musa, “Yarabbi, bu dünya ölümlü dünyadır. Sen, onu aydınlık âlemde dirilt.
  • این فناجا چون جهان بود نیست ** بازگشت عاریت بس سود نیست
  • Bu fena dünya, varlık dünyası değil. Sonunda yine ölecek değil mi… âriyet dirilmede ne fayda var?
  • رحمتی افشان بر ایشان هم کنون ** در نهان‌خانه‌ی لدینا محضرون
  • Sen, şimdi onlara, gözlerden gizli olan “Ledeyna muhdarun“ yurdunda rahmet saç!“ dedi.
  • تابدانی که زیان جسم و مال ** سود جان باشد رهاند از وبال 3395
  • Ey insan, cisim ve mal ziyanı, cana faydadır canı vebalden kurtarır.
  • پس ریاضت را به جان شو مشتری ** چون سپردی تن به خدمت جان بری
  • Sen de riyazata canla, başla müşteri ol. Tenini riyazata verdin mi canını kurtardın demektir.
  • ور ریاضت آیدت بی اختیار ** سر بنه شکرانه ده ای کامیار
  • Ey bahtı yaver kişi, gönlüne ihtiyatsız riyazat isteği gelirse secdeye baş koy, şükranelikler ver.
  • چون حقت داد آن ریاضت شکر کن ** تو نکردی او کشیدت ز امر کن
  • Mademki Allah, o riyazat isteğini verdi, şükürler et. O istek, sana kendiliğinden gelmedi, seni “Kün“ emriyle riyazata çekti.
  • حکایت آن زنی کی فرزندش نمی‌زیست بنالید جواب آمد کی آن عوض ریاضت تست و به جای جهاد مجاهدانست ترا
  • Çocuğu yaşamayan kadının ağlayıp inlemesi, “Bu, senin riyazatına karşılıktır, senin için, mücahitlerin cihadına mukabildir” diye cevap gelmesi
  • آن زنی هر سال زاییدی پسر ** بیش از شش مه نبودی عمرور
  • Bir kadın vardı, her yıl bir çocuk doğururdu. Fakat çocuk, altı aydan fazla yaşamazdı.
  • یاسه مه یا چار مه گشتی تباه ** ناله کرد آن زن که افغان ای اله 3400
  • Üç aylıkken yahut dört aylıkken ölür giderdi. Kadın feryat ederek dedi ki: Yarabbi,
  • نه مهم بارست و سه ماهم فرح ** نعمتم زوتر رو از قوس قزح
  • Bu çocuklar, bana dokuz ay yük oluyor, üç aycağız da ferahlık veriyor. Bana verdiğin nimet eleği sağmadan da tez geçip gidiveriyor!“
  • پیش مردان خدا کردی نفیر ** زین شکایت آن زن از درد نذیر
  • Allah erlerine ağlayıp yalvarmakta, çocuklarının ölümünden şikâyet etmekteydi.
  • بیست فرزند این‌چنین در گور رفت ** آتشی در جانشان افتاد تفت
  • Bu suretle tam yirmi oğlu öldü, ciğerine bir yaman ateştir düştü.
  • تا شبی بنمود او را جنتی ** باقیی سبزی خوشی بی ضنتی
  • Nihayet bir gece o kadına rüyasında yemyeşil güze, kusursuz, ebediyet yurdunu, cenneti gösterdiler.
  • باغ گفتم نعمت بی‌کیف را ** کاصل نعمتهاست و مجمع باغها 3405
  • Keyfiyete sığmayan nimete cennet dedim. Bağ bahçe dedim. Çünkü orası, nimetlerin de aslıdır, bağların, bahçelerin de toplandığı yer.
  • ورنه لا عین رات چه جای باغ ** گفت نور غیب را یزدان چراغ
  • Yoksa ne bağı? Orada öyle şeyler var ki gözler görmemiştir.