English    Türkçe    فارسی   

3
3735-3759

  • زآنک در خرجی در آن بسط و گشاد ** خرج را دخلی بباید زاعتداد 3735
  • Çünkü ferahlık ve genişlik zamanında varını, yoğunu harcedip duruyorsun demektir. Harcetmeye karşılık bir de gelir lâzım elbet!
  • گر هماره فصل تابستان بدی ** سوزش خورشید در بستان شدی
  • Ya mevsimi sürüp gitseydi güneş, bağları, bahçeleri yakar kavururdu.
  • منبتش را سوختی از بیخ و بن ** که دگر تازه نگشتی آن کهن
  • Nebatları kökünden yakardı, bir daha o yanıp kavrulan şeyler yenilemezdi, yeşerip tazelenmezdi.
  • گر ترش‌رویست آن دی مشفق است ** صیف خندانست اما محرقست
  • Kışın yüzü ekşidir ama şefkatlidir... yaz gülümser ama yakar, yandırır!
  • چونک قبض آید تو در وی بسط بین ** تازه باش و چین میفکن در جبین
  • Darlık geldi mi onda genişlik gör de canlan, alnını kırıştırma!
  • کودکان خندان و دانایان ترش ** غم جگر را باشد و شادی ز شش 3740
  • Çocuklar gülüp dururlar, bilenlerinse yüzü ekşidir. Gam karaciğerden meydana gelir, neşe akciğerden!
  • چشم کودک همچو خر در آخرست ** چشم عاقل در حساب آخرست
  • Çocuğun gözü, eşek gibi ahırdadır… Akıllı adamsa gözünü işin sonuna diker.
  • او در آخر چرب می‌بیند علف ** وین ز قصاب آخرش بیند تلف
  • Akılsız, ahırdaki otu tatlı görür… Akıllı, ahırdaki hayvanın nihayet kasap elinde telef olacağını görür, bilir.
  • آن علف تلخست کین قصاب داد ** بهر لحم ما ترازویی نهاد
  • Şu kasabın verdiği ot yok mu? Acıdır, acı! Kasap o otu bizi semirtmek, tartıda ağır gelmemizi temin etmek için veriyor.
  • رو ز حکمت خور علف کان را خدا ** بی غرض دادست از محض عطا
  • Yürü, Allah’ın verdiği hikmet otunu ye! Çünkü Allah, onu ancak cömertliğinden, ihsanından dolayı karşılık istemeksizin vermiştir.
  • فهم نان کردی نه حکمت ای رهی ** زانچ حق گفتت کلوا من رزقه 3745
  • Allah “Allah’ın verdiği rızıktan yiyin” dedi. Sen, buradaki rızkı ekmek sandın, hikmet olduğunu anlamadın ha!
  • رزق حق حکمت بود در مرتبت ** کان گلوگیرت نباشد عاقبت
  • Allah’ın verdiği rızık, insan mertebesine göre hikmettir. O rızık sonunda senin boğazında durmaz, seni öldürüp mahvetmez!
  • این دهان بستی دهانی باز شد ** کو خورنده‌ی لقمه‌های راز شد
  • Bu ağzını kapadın mı başka bir ağız açılır… O ağız sır lokmalarını yer, yutar.
  • گر ز شیر دیو تن را وابری ** در فطام اوبسی نعمت خوردی
  • Bedenini Şeytan aslanından kurtarabilirsen Allah sofrasında nice nimetler yersin!
  • ترک‌جوشش شرح کردم نیم‌خام ** از حکیم غزنوی بشنو تمام
  • Ben bu sözü, Türklerin et yemeği gibi yarı pişmiş, yarı ham bir halde anlattım. Sen tamamını Hâkim-i Gaznevî’den duy!
  • در الهی‌نامه گوید شرح این ** آن حکیم غیب و فخرالعارفین 3750
  • O gayb hakîmi, o ariflerin övündükleri zat, bunu İlahînâme’de anlatır:
  • غم خور و نان غم‌افزایان مخور ** زانک عاقل غم خورد کودک شکر
  • Gam ye de, gam artıranların, seni derde sokanların ekmeğini yeme... çünkü akıllı adam gam yer, çocuksa şeker!
  • قند شادی میوه‌ی باغ غمست ** این فرح زخمست وآن غم مرهمست
  • Neşe şekeri, gam bahçesinin meyvasıdır. Bu ferah yaradır, o gam merhem.
  • غم چو بینی در کنارش کش به عشق ** از سر ربوه نظر کن در دمشق
  • Gamı gördün mü aşkla kucakla… Şam’a Rübve tepesinden bak!
  • عاقل از انگور می بیند همی ** عاشق از معدوم شی بیند همی
  • Akıllı adam, şarabı üzümde görür… Âşık varı yokta bulur.
  • جنگ می‌کردند حمالان پریر ** تو مکش تا من کشم حملش چو شیر 3755
  • Geçen gün hamallar, sen alma, o yükü ben aslan gibi taşırım diye birbirleriyle savaşıp duruyorlardı.
  • زانک زان رنجش همی‌دیدند سود ** حمل را هر یک ز دیگر می‌ربود
  • Neden? Çünkü o zahmette rahmet, o eziyette kâr görüyorlardı da yükü her biri, öbüründen kapıyordu.
  • مزد حق کو مزد آن بی‌مایه کو ** این دهد گنجیت مزد و آن تسو
  • Nerede Allah’ın verdiği ücret, nerede o sermayesiz herifin verdiği ücret? Bu, sana ücret olarak bir hazine bağışlar, o birkaç mangır verir!
  • گنج زری که چو خسپی زیر ریگ ** با تو باشد ان نباشد مردریگ
  • Allah’ın bağışladığı altın, sen ölüp kumlar, topraklar altında yatsan bile seninledir… Öldükten sonra kalıp başkalarına nasip olan mal değildir o!
  • پیش پیش آن جنازه‌ت می‌دود ** مونس گور و غریبی می‌شود
  • Allah malı, adım, adım cenazenin önünden gider, kabirde sana gurbet arkadaşı olur.