English    Türkçe    فارسی   

3
4105-4129

  • جمله در بازار از آن گشتند بند ** تا چو سود افتاد مال خود دهند 4105
  • Herkes, kâr elde etmek için malını vermek üzere pazara, çarşıya bağlanmıştır.
  • زر در انبانها نشسته منتظر ** تا که سود آید ببذل آید مصر
  • Dağarcıktaki altın sahibi bir kâr elde etsin de onu yoksullara versin diye ısrarla oturmuş beklemektedir.
  • چون ببیند کاله‌ای در ربح بیش ** سرد گردد عشقش از کالای خویش
  • Satıcı, elindeki kumaşın fazla para ettiğini gördü mü ona olan aşkı soğuyuverir.
  • گرم زان ماندست با آن کو ندید ** کاله‌های خویش را ربح و مزید
  • Kumaşların fazla bir kâr getirdiğini görmez de o yüzden onlara ısınır, onları elden çıkarmaz.
  • همچنین علم و هنرها و حرف ** چون بدید افزون از آنها در شرف
  • Bilgi, hüner ve sanatlarda böyledir. Bunlara sahip olanlar, bunlardan daha şerefli, daha üstün bir şey görmezler de o yüzden ehemmiyet verirler.
  • تا به از جان نیست جان باشد عزیز ** چون به آمد نام جان شد چیز لیز 4110
  • İnsan için candan iyi bir şey yoksa can azizdir. Fakat candan iyi bir şeye sahip oldu mu, canın adı hor, hakir olur gider.
  • لعبت مرده بود جان طفل را ** تا نگشت او در بزرگی طفل‌زا
  • Çocuğun canı, çocuk kaldıkça, büyümedikçe oyun için yapılan bebeciktir.
  • این تصور وین تخیل لعبتست ** تا تو طفلی پس بدانت حاجتست
  • Bu düşünceler bu hayallenmeler de bebeciklerdir. Sen çocuk kaldıkça onlara ihtiyacın vardır.
  • چون ز طفلی رست جان شد در وصال ** فارغ از حس است و تصویر و خیال
  • Fakat çocuk, çocukluktan kurtuldu da kemale erişti mi, adam oldu mu artık duygulardan da vazgeçer, düşüncelerden de, hayallerden de!
  • نیست محرم تا بگویم بی‌نفاق ** تن زدم والله اعلم بالوفاق
  • Mahrem yok ki açıkça söyleyeyim… Sükût ettim; Allah hakikate uygun olanı daha iyi bilir.
  • مال و تن برف‌اند ریزان فنا ** حق خریدارش که الله اشتری 4115
  • Malla beden, hemencecik eriyip giden kardır. Fakat satılığa çıkarılınca onların alıcısı Allah’tır.
  • برفها زان از ثمن اولیستت ** که هیی در شک یقینی نیستت
  • Bu kar, sana neden paradan daha iyi geliyor, bilir misin? Şüphedesin, yakinin yok da ondan.
  • وین عجب ظنست در تو ای مهین ** که نمی‌پرد به بستان یقین
  • Behey aşağılık adam, bu sendeki zan, ne acayip zan ki yakin bahçesinde hiç uçmuyor.
  • هر گمان تشنه‌ی یقینست ای پسر ** می‌زند اندر تزاید بال و پر
  • Oğul, her şüphe, yakına susamıştır. Şüphe arttıkça yakına ulaşmak için daha ziyade çırpınır, kol kanat açar, uçmaya çalışır...
  • چون رسد در علم پس پر پا شود ** مر یقین را علم او بویا شود
  • İlim mertebesine ulaştı mı kanadı ayak kesilir, gayri uçmaya ihtiyacı kalmaz. Çünkü bilgisi yakın kokusunu almaya başlamıştır.
  • زانک هست اندر طریق مفتتن ** علم کمتر از یقین و فوق ظن 4120
  • Çünkü bu sınanmış yolda ilim yakından aşağıdır, şüphe yukarı.
  • علم جویای یقین باشد بدان ** و آن یقین جویای دیدست و عیان
  • Bil ki ilim, yakını arar. Yakin de apaçık görüşü…
  • اندر الهیکم بجو این را کنون ** از پس کلا پس لو تعلمون
  • Elhâkümü suresinde “Kellâ lev ta’lemune” den sonrasını oku da bunu ara, bul, anla.
  • می‌کشد دانش ببینش ای علیم ** گر یقین گشتی ببینندی جحیم
  • Ey bilgi sahibi, bilgi insanı görüşe götürür. Dünyadakiler yakin sahibi olsalardı cehennemi gözleriyle görürlerdi.
  • دید زاید از یقین بی امتهال ** آنچنانک از ظن می‌زاید خیال
  • Görüş, şüphe yok ki yakinden doğar; nitekim hayal de zandan doğmaktadır.
  • اندر الهیکم بیان این ببین ** که شود علم الیقین عین الیقین 4125
  • Elhâkümü suresinde bu anlatılmıştır. İlm-el Yakin olur, bak da gör!
  • از گمان و از یقین بالاترم ** وز ملامت بر نمی‌گردد سرم
  • Bana gelince; Ben, şüpheden de yüceldim, yakinden de… Kınanmadan başım dönmüyor.
  • چون دهانم خورد از حلوای او ** چشم‌روشن گشتم و بینای او
  • Onun helvasını yedim; gözüm aydınlandı, onu gördüm gayri.
  • پا نهم گستاخ چون خانه روم ** پا نلرزانم نه کورانه روم
  • Şu halde evime gidiyorum demektir, elbette ayağımı küstahça basarım… Ayağım titremez, körcesine gitmem ki!
  • آنچ گل را گفت حق خندانش کرد ** با دل من گفت و صد چندانش کرد
  • Allah, güle bir söyledi de gülü güldürdü ya… Gönlüme de onu söyledi de gülden yüz kat fazla güldürdü.