English    Türkçe    فارسی   

3
413-437

  • قصه‌ی اهل سبا یک گوشه نه ** آن بگو کان خواجه چون آمد به ده
  • Seba’lıların hikâyesi bir tarafta kalsın, daha iyi. Sen şehirlinin köye gelişini anlat.
  • روستایی در تملق شیوه کرد ** تا که حزم خواجه را کالیوه کرد
  • Köylü, yaltaklandıkça, yaltaklandı. Nihayet şehirlinin reyi, tedbiri elden gitti, şaşırdı, ahmaklaştı.
  • از پیام اندر پیام او خیره شد ** تا زلال حزم خواجه تیره شد 415
  • Köylünün haber üstüne haber salması, nihayet şehirlinin duru suyunu bulandırdı.
  • هم ازینجا کودکانش در پسند ** نرتع و نلعب بشادی می‌زدند
  • Bir taraftan da çocukları neşeyle “Baba, gezer oynarız, ne olur?” demeye başladılar.
  • همچو یوسف کش ز تقدیر عجب ** نرتع و نلعب ببرد از ظل آب
  • Yusuf gibi. Onu da “Gezer oynarız” sözü tuhaf bir takdir neticesi babasın gölgesinden ayırdı.
  • آن نه بازی بلک جانبازیست آن ** حیله و مکر و دغاسازیست آن
  • O oyun değil, canlı oynayış… Hile, düzen, hainlik.
  • هرچه از یارت جدا اندازد آن ** مشنو آن را کان زیان دارد زیان
  • Seni dostundan ayıran sözü dinleme sözde ziyan vardır, ziyan!
  • گر بود آن سود صد در صد مگیر ** بهر زر مگسل ز گنجور ای فقیر 420
  • Hatta o sözde sad edenler sad vefkının faydası bile olsa aldırış etme. Altın için hazineyi bırakma yoksul!
  • این شنو که چند یزدان زجر کرد ** گفت اصحاب نبی را گرم و سرد
  • Şunu dinle, Allah, Peygamber’in eshabına iyi, kötü nice şeyler söyleyip kaç kere hitabetti.
  • زانک بر بانگ دهل در سال تنگ ** جمعه را کردند باطل بی درنگ
  • Çünkü kıtlık yılında davul sesini duyunca Cuma namazını hemencecik bırakıverdiler.
  • تا نباید دیگران ارزان خرند ** زان جلب صرفه ز ما ایشان برند
  • Başkaları daha ucuza almasınlar, o alışverişle bizim kârımızı onlar elde etmesinler dediler.
  • ماند پیغامبر بخلوت در نماز ** با دو سه درویش ثابت پر نیاز
  • Peygamber, namazda kendini tamamıyla niyaza vermiş iki üç yoksulla kalakaldı.
  • گفت طبل و لهو و بازرگانیی ** چونتان ببرید از ربانیی 425
  • Allah; “Davul sesi, abes işler ve alışveriş, Allah Rasülünden sizi nasıl ayırdı?
  • قد فضضتم نحو قمح هائما ** ثم خلیتم نبیا قائما
  • Şaşkın bir halde buğdaya doğru dağılıverdiniz de Peygamber’i atakta yalnız bıraktınız.
  • بهر گندم تخم باطل کاشتید ** و آن رسول حق را بگذاشتید
  • Buğday için olmayacak tohumlar ektiniz, o Hak Resulünü terk ettiniz.
  • صحبت او خیر من لهوست و مال ** بین کرا بگذاشتی چشمی بمال
  • Onun sohbeti oyundan da hayırlıdır, maldan da. Hele bir gör, kimi bıraktın. Gözünü ov da bak!
  • خود نشد حرص شما را این یقین ** که منم رزاق و خیر الرازقین
  • Hırsınızın yüzünden şunu yakînen bilmediniz mi ki rızık verici benim, rızık verenlerin hayırlısı benim.
  • آنک گندم را ز خود روزی دهد ** کی توکلهات را ضایع نهد 430
  • Buğdaya güneşle rızık veren Allah, senin ona dayanmanı nasıl olur da zayi eder?
  • از پی گندم جدا گشتی از آن ** که فرستادست گندم ز آسمان
  • Buğday için, gökyüzünden buğday gönderenden ayrıldın ha!
  • دعوت باز بطان را از آب به صحرا
  • Doğanın kazları ovaya çağırması
  • باز گوید بط را کز آب خیز ** تا ببینی دشتها را قندریز
  • Doğan, Kaza “Sudan çık da şekerler akan ovaları bir gör” dedi.
  • بط عاقل گویدش ای باز دور ** آب ما را حصن و امنست و سرور
  • Akıllı kaz dedi ki: “Ey sudan uzakta kalmış doğan, su bizim kalemizdir, huzurumuzdur, neşemizdir.”
  • دیو چون باز آمد ای بطان شتاب ** هین به بیرون کم روید از حصن آب
  • Şeytan da doğan gibidir. Kazlar, koşun, kendinize gelin, su kalesinden dışarıya az çıkın.
  • باز را گویند رو رو باز گرد ** از سر ما دست دار ای پای‌مرد 435
  • Doğana deyin ki: “Haydi yürü yürü, dön geri. Ey aşağılık adam, başımızdan el çek.
  • ما بری از دعوتت دعوت ترا ** ما ننوشیم این دم تو کافرا
  • Biz senin davetinden uzağız, bu davet senin olsun. Biz senin şu nefesini içmeyiz bile a kâfir!
  • حصن ما را قند و قندستان ترا ** من نخواهم هدیه‌ات بستان ترا
  • Kale bizim olsun, şekerle şeker yurdu senin. Bize senin hediyenin lüzumu yok, al, senin olsun!