English    Türkçe    فارسی   

3
4364-4388

  • آن زری که دل ازو گردد غنی ** غالب آید بر قمر در روشنی
  • Gönül, o altından ganileşir… Parlaklık ve aydınlıkta aydan bile üstündür.
  • شمع بود آن مسجد و پروانه او ** خویشتن در باخت آن پروانه‌خو 4365
  • O mescit, bir mumdu, adamda pervane… O pervane huylu, âdeta canıyla oynamaktaydı.
  • پر بسوخت او را ولیکن ساختش ** بس مبارک آمد آن انداختش
  • Ateş, kanadını yaktı ama daha güzel kanat ihsan etti. O ateşe atılma, âşıka pek kutlu geldi, pek!
  • همچو موسی بود آن مسعودبخت ** کاتشی دید او به سوی آن درخت
  • O bahtı kutlu, Musa’ya benziyordu. Ağacın civarında bir ateştir, görmüştü.
  • چون عنایتها برو موفور بود ** نار می‌پنداشت و خود آن نور بود
  • Allah, ona birçok inayetlerde bulunmuştu… O, gördüğünü ateş sanıyordu ama nurdu.
  • مرد حق را چون ببینی ای پسر ** تو گمان داری برو نار بشر
  • Oğul, sen de Allah erini görünce ondan insanlık ateşi var sanıyor, onu insan görüyorsun.
  • تو ز خود می‌آیی و آن در تو است ** نار و خار ظن باطل این سو است 4370
  • Sen, onu kendiliğinden insan görüyorsun, hâlbuki o sıfat sende… bâtıl zannın ateşi de bu tarafta, dikeni de!
  • او درخت موسی است و پر ضیا ** نور خوان نارش مخوان باری بیا
  • O, Musa’nın ağacıdır; o, ışıklarla dopdoludur. Bir kerecik olsun ona ateş deme de nur de!
  • نه فطام این جهان ناری نمود ** سالکان رفتند و آن خود نور بود
  • Bu dünyadan vazgeçmek de ateş görünmedi mi? Fakat salikler o makama gittiler, bu âlemi terk ettiler de anladılar ki nurdan ibaretmiş!
  • پس بدان که شمع دین بر می‌شود ** این نه همچون شمع آتشها بود
  • Bil ki din mumu yücedir, ateşten ibaret olan mumlara benzemez.
  • این نماید نور و سوزد یار را ** و آن بصورت نار و گل زوار را
  • Bu zahirî mum nur görünür, fakat sevgiliyi yakar… Din mumuysa sureta ateş görünür, fakat ziyaretçilere gül kesilir!
  • این چو سازنده ولی سوزنده‌ای ** و آن گه وصلت دل افروزنده‌ای 4375
  • Bu zahirî mum çok işler bitirir, fakat hakikatte adamı yakar. Din mumuysa vuslat zamanı gönül aydınlatır.
  • شکل شعله‌ی نور پاک سازوار ** حاضران را نور و دوران را چو نار
  • Allah’a lâyık olan pak nurun şulesi, ona ulaşanlara nur görünür ama ondan uzak kalanlara ateş gibidir.
  • ملاقات آن عاشق با صدر جهان
  • O âşığın Sadr-ı Cihan’la buluşması
  • آن بخاری نیز خود بر شمع زد ** گشته بود از عشقش آسان آن کبد
  • O Buhara’lı âşık da kendisini muma atmıştı. O zahmet, aşkı yüzünden kendine kolay gelmekteydi.
  • آه سوزانش سوی گردون شده ** در دل صدر جهان مهر آمده
  • Her şeyi yakıp yandıran ahı, göklere yüceliyordu. Sadr-ı Cihan’ın gönlüne merhamet gelmişti.
  • گفته با خود در سحرگه کای احد ** حال آن آواره‌ی ما چون بود
  • O bir suç işledi, biz de o suçu gördük. Fakat “Ey Allah, acaba o avaremizin hali nasıl?
  • او گناهی کرد و ما دیدیم لیک ** رحمت ما را نمی‌دانست نیک 4380
  • Bir seher vakti kendi kendisine diyordu ki merhametimizi adamakıllı bilmiyordu ki.
  • خاطر مجرم ز ما ترسان شود ** لیک صد اومید در ترسش بود
  • Suçlu kişinin gönlüne bizden bir korkudur var… Fakat korkusunda yüzlerce ümit gizli.
  • من بترسانم وقیح یاوه را ** آنک ترسد من چه ترسانم ورا
  • Ben utanmayan ve korkmayan kişiyi korkuturum. Zaten benden korkanı neye korkutayım.
  • بهر دیگ سرد آذر می‌رود ** نه بدان کز جوش از سر می‌رود
  • Ateş, soğuk tencerenin altına konur; kaynayan coşkunluğundan baştan çıkan tencerenin altına değil!
  • آمنان را من بترسانم به علم ** خایفان را ترس بردارم به حلم
  • Benden emin olanları bilgimle korkuturum; korkanlarınsa korkularını teskin ederim.
  • پاره‌دوزم پاره در موضع نهم ** هر کسی را شربت اندر خور دهم 4385
  • Ben yamacıyım, yamanması icap eden yeri yamarım. Herkese nabzına göre şerbet veririm.
  • هست سر مرد چون بیخ درخت ** زان بروید برگهاش از چوب سخت
  • Kişinin sırrı ağacın köküne benzer. Yaprakları, o kökten feyz alırda kupkuru gövdesinden çıkar, yeşerir.
  • درخور آن بیخ رسته برگها ** در درخت و در نفوس و در نهی
  • Yapraklar, köke göredir. Ağaçta böyle olduğu gibi nefislerle akıllarda da böyledir.
  • برفلک پرهاست ز اشجار وفا ** اصلها ثابت و فرعه فی السما
  • Vefa ağaçlarından göklere yücelmiş kollar, kanatlar var... Kökleri yerli yerinde de ferileri gökte.