English    Türkçe    فارسی   

3
4505-4529

  • بنگر آخر چونک واگردید تفت ** بر قریظه و بر نضیر از وی چه رفت 4505
  • Hakikatten de oradan çabucak dönünce bak hele, Kurayza’nın Nazîr’in başına neler geldi,
  • قلعه‌ها هم گرد آن دو بقعه‌ها ** شد مسلم وز غنایم نفعها
  • O iki kaleyle çevrelerindeki yerler teslim oldu, ganimetlerden faydalar elde ettiler.
  • ور نباشد آن تو بنگر کین فریق ** پر غم و رنجند و مفتون و عشیق
  • Öyle olmasa bile şu taifeye bak… Onlar gam içinde, keder içinde Allah’a meftun ve âşıklar.
  • زهر خواری را چو شکر می‌خورند ** خار غمها را چو اشتر می‌چرند
  • Zehri şeker gibi yemekteler… Gam dikenlerini deve gibi otlamaktalar!
  • بهر عین غم نه از بهر فرج ** این تسافل پیش ایشان چون درج
  • Hem de bunu, gamdan kederden kurtulmak için de yapmıyorlar; gama uğradıklarından yapıyorlar. Bu horluk, onlarca rütbelere, mevkilere erişmek!
  • آنچنان شادند اندر قعر چاه ** که همی‌ترسند از تخت و کلاه 4510
  • Kuyunun dibinde öyle neşeliler ki oradan çıkıp taca, tahta nail olacağız diye korkuyorlar.
  • هر کجا دلبر بود خود همنشین ** فوق گردونست نه زیر زمین
  • Sevgiliyle beraber oturduğum yer, yerin altı da olsa yine arştan yücedir.
  • تفسیر این خبر کی مصطفی علیه السلام فرمود لا تفضلونی علی یونس بن متی
  • Mustafa aleyhisselâm’ın “Beni Yunus ibn-i Metta’dan üstün tutmayın” hadisinin tefsiri
  • گفت پیغامبر که معراج مرا ** نیست بر معراج یونس اجتبا
  • Peygamber dedi ki: Benim miracım, Yunus’un miracından üstün değildir.
  • آن من بر چرخ و آن او نشیب ** زانک قرب حق برونست از حساب
  • Benimki göklere çıkmakla oldu, onun ki yerlere inmekle… Zaten Allah yakınlığı hesaba sığmaz ki.
  • قرب نه بالا نه پستی رفتنست ** قرب حق از حبس هستی رستنست
  • Yakınlık, ne yukarıya çıkmaktır, ne aşağıya inmek. Allah yakınlığı, varlık hapsinden kurtulmaktır.
  • نیست را چه جای بالا است و زیر ** نیست را نه زود و نه دورست و دیر 4515
  • Yok olana yukarı nedir, aşağı ne? Yok olanın ne yakınlığı olur, ne uzaklığı, ne geç kalışı!
  • کارگاه و گنج حق در نیستیست ** غره‌ی هستی چه دانی نیست چیست
  • Allah’ın sanat yurdu da yokluktandır, hazinesi de. Sen, varlığa aldanmış kalmışsın, yokluk nedir, ne bileceksin?
  • حاصل این اشکست ایشان ای کیا ** می‌نماند هیچ با اشکست ما
  • Hulâsa onların kırıklığı hiç bizim kırıklığımıza benzer mi a ulu kişi?
  • آنچنان شادند در ذل و تلف ** همچو ما در وقت اقبال و شرف
  • Onlar, biz ikbale erişip yücelince nasıl neşelenirsek horluğa düşüp ellerindekini telef edince öyle neşelenirler.
  • برگ بی‌برگی همه اقطاع اوست ** فقر و خواریش افتخارست و علوست
  • Bu çeşit adamın malı, geliri, yokluk varlığından ibarettir. Yoksulluk, horluk, ona iftihardır, yüceliktir.
  • آن یکی گفت ار چنانست آن ندید ** چون بخندید او که ما را بسته دید 4520
  • Esirlerden biri dedi ki: “Peki niçin Peygamber, bizim halimizi görmedi. Bizi böyle zincirlere vurulmuş görünce nasıl oldu da güldü.
  • چونک او مبدل شدست و شادیش ** نیست زین زندان و زین آزادیش
  • Hani onun huyları değişmişti, hani o Allah huylarıyla huylanmıştı da neşesi ne bu zindanın lezzetlerindendi, ne bu zindandan kurtulduğundan.
  • پس به قهر دشمنان چون شاد شد ** چون ازین فتح و ظفر پر باد شد
  • Pekâlâ ya neden düşmanlarının kahroluşundan neşeleniyor, neden bu fetihten bu zaferden gururlanıyor?
  • شاد شد جانش که بر شیران نر ** یافت آسان نصرت و دست و ظفر
  • Erkek aslanlara kolayca üstün geldi, muzaffer oldu diye neşelenmekte.
  • پس بدانستیم کو آزاد نیست ** جز به دنیا دلخوش و دلشاد نیست
  • Gayri anladık ki o da hür değil… Dünyadan başka hiçbir şeyle memnun değil, başka bir şeyden gönlü şad olmuyor?
  • ورنه چون خندد که اهل آن جهان ** بر بد و نیک‌اند مشفق مهربان 4525
  • Yoksa nasıl gülebilir ki? O dünya ehli, iyiye de merhamet eder, kötüye de... İyiyi de esirger, kötüyü de”
  • این بمنگیدند در زیر زبان ** آن اسیران با هم اندر بحث آن
  • Esirler, birbirleriyle bunu konuşuyor, birbirlerine bunu fısıldıyorlardı.
  • تا موکل نشنود بر ما جهد ** خود سخن در گوش آن سلطان برد
  • Memur duymasın, duyarsa o padişaha söyler, sözlerimiz kulağına gider diye fısıltıyla konuşuyorlardı.
  • آگاه شدن پیغامبر علیه السلام از طعن ایشان بر شماتت او
  • Peygamber aleyhisselâm’ın onların kınamalarını dırıltılarını duyması
  • گرچه نشنید آن موکل آن سخن ** رفت در گوشی که آن بد من لدن
  • Memur, o sözü duymadı ama Allah bilgisine sahip olan Peygamber’in kulağına vardı.
  • بوی پیراهان یوسف را ندید ** آنک حافظ بود و یعقوبش کشید
  • Yusuf’un gömleğini alıp götüren, gömleğin kokusunu duymadı da Yakup duydu.