English    Türkçe    فارسی   

3
760-784

  • آمد اندر انجمن آن طفل خرد ** آب روی مرد لافی را ببرد 760
  • Babası, bir toplulukta otururken o çocukcağız gelip işi anlattı. O lâfla geçinen adamın şerefini bir paralık etti.
  • گفت آن دنبه که هر صبحی بدان ** چرب می‌کردی لبان و سبلتان
  • Dedi ki: “ Hani her sabah dudaklarını, bıyıklarını yağladığın o kuyruk parçası yok muydu?
  • گربه آمد ناگهانش در ربود ** بس دویدیم و نکرد آن جهد سود
  • Kedi geldi, onu kapıverdi. Ardına düştük, bir hayli koştuk ama faydasız… Yakalayamadık ki!”
  • خنده آمد حاضران را از شگفت ** رحمهاشان باز جنبیدن گرفت
  • Oradakiler şaşırıp gülüştüler, Bu hâle acıdılar.
  • دعوتش کردند و سیرش داشتند ** تخم رحمت در زمینش کاشتند
  • Onu davet edip doyurdular, yeryüzüne benzeyen varlığına merhamet tohumunu ektiler.
  • او چو ذوق راستی دید از کرام ** بی تکبر راستی را شد غلام 765
  • O da ululardan doğruluk zevkini görünce ululuğu bırakıp doğruluğa kul oldu.
  • دعوی طاوسی کردن آن شغال کی در خم صباغ افتاده بود
  • Boyacı küpüne düşen çakalın tavusluk dâvasına kalkışması
  • و آن شغال رنگ‌رنگ آمد نهفت ** بر بناگوش ملامت‌گر بکفت
  • O rengârenk çakal gizlice çıkagelip kendisini kınayanın kulağına dedi ki:
  • بنگر آخر در من و در رنگ من ** یک صنم چون من ندارد خود شمن
  • “Hele bir bana, hele rengime bak. Şamanın bile böyle bir putu yoktur.
  • چون گلستان گشته‌ام صد رنگ و خوش ** مر مرا سجده کن از من سر مکش
  • Gül bahçesi gibi ne de güzel bir hale geldim, ne de hoş yüzlerce renklere boyandım. Benden baş çekme, secde et bana!
  • کر و فر و آب و تاب و رنگ بین ** فخر دنیا خوان مرا و رکن دین
  • Şu güzelliğime, şu letafetime, şu rengime bak da bana Fahri Dünya, Rükn-i din de!
  • مظهر لطف خدایی گشته‌ام ** لوح شرح کبریایی گشته‌ام 770
  • Allah lütfuna mazhar oldum. Ululuk sırlarını şerheden levh haline geldim.
  • ای شغالان هین مخوانیدم شغال ** کی شغالی را بود چندین جمال
  • Çakallar, oraya toplandılar, mumun etrafındaki pervaneye döndüler.
  • آن شغالان آمدند آنجا بجمع ** همچو پروانه به گرداگرد شمع
  • Hiç çakalda bunca güzellik mi olur?”
  • پس چه خوانیمت بگو ای جوهری ** گفت طاوس نر چون مشتری
  • “Peki, a elmasım, sana ne diyelim?” diye sordular. Çakal: “Müşteri yıldızına benzer erkek aslan deyin” dedi.
  • پس بگفتندش که طاوسان جان ** جلوه‌ها دارند اندر گلستان
  • Bunun üzerine dediler ki: “İyi ama can tavusları gül bahçelerinde salınır cilvelenirler.”
  • تو چنان جلوه کنی گفتا که نی ** بادیه نارفته چون کوبم منی 775
  • “Sen de öyle cilveleniyor musun?” Çakal: “Yok canım. Çöle düşmeden nasıl Mina’ya vardım diyebilirim?” dedi.
  • بانگ طاووسان کنی گفتا که لا ** پس نه‌ای طاووس خواجه بوالعلا
  • ”Peki, tavus kuşları gibi bağırabilir misin? Diye sordular. “Kara taştan kaynak mı çıkar hiç” diye cevap verdi.
  • خلعت طاووس آید ز آسمان ** کی رسی از رنگ و دعویها بدان
  • Bunun üzerine dediler ki: “Tavusun güzellik elbisesi gökten gelir, ezelîdir. Hileyle dâva ile hiç, o güzelliği elde edebilir misin sen?
  • تشبیه فرعون و دعوی الوهیت او بدان شغال کی دعوی طاوسی می‌کرد
  • Firavun’un Allahlık dâvasına kalkışması da çakalın tavusluk iddiasına benzer
  • همچو فرعونی مرصع کرده ریش ** برتر از عیسی پریده از خریش
  • Firavun da saçını, sakalını süslemiş, eşekliğinden kendisini Musa’dan yüce göstermeye, ondan daha yücelere bir derece üstün uçmaya kalkışmıştı.
  • او هم از نسل شغال ماده زاد ** در خم مالی و جاهی در فتاد
  • O da, o boyacı küpüne düşen dişi çakalın soyundandı. O da mal ve mevki küpüne düşmüştü!
  • هر که دید آن جاه و مالش سجده کرد ** سجده‌ی افسوسیان را او بخورد 780
  • Kim onun Mevkiini, malını gördüyse secde etti, o da o saçma sapan heriflerin secdelerine kandı.
  • گشت مستک آن گدای ژنده‌دلق ** از سجود و از تحیرهای خلق
  • O yamalı hırka giyen yoksul halkın secdesinden, malına mülküne karşı şaşırmasından âdeta kendinden geçmiş, bir sarhoşçuk oluvermişti!
  • مال مار آمد که در وی زهرهاست ** و آن قبول و سجده‌ی خلق اژدهاست
  • Mal, yılandır… Onda zehirler var. Halkın mal sahibini büyük sayması, ona secde etmesiyse ejderhadır âdeta.
  • های ای فرعون ناموسی مکن ** تو شغالی هیچ طاووسی مکن
  • A firavun, ululanıp durma. Sen bir çakalsın, tavusluk dâvasına kalkışma.
  • سوی طاووسان اگر پیدا شوی ** عاجزی از جلوه و رسوا شوی
  • Tavusların arasına varsan âciz kalır, onlar gibi salınamaz, rüsvay olursun.