English    Türkçe    فارسی   

4
1216-1240

  • گفت بفشارم ورا اندر فشار ** تا شود زار و نزار از انتظار
  • Vezir dedi ki: Ben onu öyle bir sıkarım ki nihayet beklemeden usanır, bizar olur...
  • آنگه ار خاکش دهم از راه من ** در رباید هم‌چو گلبرگ از چمن
  • Yoldan toprak alıp versem yeşillikten gül yaprağı veriyorum gibi kapar.
  • این به من بگذار که استادم درین ** گر تقاضاگر بود هر آتشین
  • Bunu bana bırakın... Bu işte üstadım ben; işe girişen ateş bile olsa ben yatıştırmasını bilirim!
  • از ثریا گر بپرد تا ثری ** نرم گردد چون ببیند او مرا
  • Süreyya yıldızından saraya dek uçsa yine beni görünce yumuşar!
  • گفت سلطانش برو فرمان تراست ** لیک شادش کن که نیکوگوی ماست 1220
  • Padişah, peki dedi... Ne yaparsan yap, hüküm senin. Yalnız onu sevindir, çünkü bizim iyiliğimizi söyler.
  • گفت او را و دو صد اومیدلیس ** تو به من بگذار این بر من نویس
  • Vezir, onu da, onun gibi daha iki yüz tane ümitlenip duran kişiyi de bana bırak sen, dedi.
  • پس فکندش صاحب اندر انتظار ** شد زمستان و دی و آمد بهار
  • Vezir, şairi bekletti durdu... Kış geldi geçti de bahar geldi!
  • شاعر اندر انتظارش پیر شد ** پس زبون این غم و تدبیر شد
  • Şair bekleye bekleye ihtiyarladı... Bu dertle, bu tedbirle âdeta zebun oldu.
  • گفت اگر زر نه که دشنامم دهی ** تا رهد جانم ترا باشم رهی
  • Dedi ki: Altın yoksa bari bana söv de canımı kurtar, kölen olayım!
  • انتظارم کشت باری گو برو ** تا رهد این جان مسکین از گرو 1225
  • Bekleme beni öldürdü, bari git de, yoksul canım rehinden kurtulsun!
  • بعد از آنش داد ربع عشر آن ** ماند شاعر اندر اندیشه‌ی گران
  • Nihayet vezir, şaire o bin altının onda birinin tam dörtte birini, yani yirmi beş altın verdi... Şair derin bir düşünceye daldı.
  • کانچنان نقد و چنان بسیار بود ** این که دیر اشکفت دسته‌ی خار بود
  • Kendi kendisine önce verilen ihsan, hem peşindi, hem de o kadar çoktu. Bu ise hem geç açıldı, hem de açılınca gördüm ki bir deste diken, dedi.
  • پس بگفتندش که آن دستور راد ** رفت از دنیا خدا مزدت دهاد
  • Şaire dediler ki: O cömert vezir dünyadan gitti, Allah rahmet etsin!
  • که مضاعف زو همی‌شد آن عطا ** کم همی‌افتاد بخشش را خطا
  • O ihsan, onun yüzünden kat kat artmıştı... Onun zamanında ihsanlarda yanlışlık pek az olurdu.
  • این زمان او رفت و احسان را ببرد ** او نمرد الحق بلی احسان بمرد 1230
  • Şimdi o gitti, ihsanı da beraber götürdü... O ölmedi, doğrucası kerem ve ihsan öldü!
  • رفت از ما صاحب راد و رشید ** صاحب سلاخ درویشان رسید
  • O cömert, o akıllı vezir geçip gitti. Yoksulların derisini yüzen bu vezir gelip çattı.
  • رو بگیر این را و زینجا شب گریز ** تا نگیرد با تو این صاحب‌ستیز
  • Yürü, bunu al da hemencecik bu gece buradan kaç... Yoksa bu inatçı, seni yakalar, elindekini de alır!
  • ما به صد حیلت ازو این هدیه را ** بستدیم ای بی‌خبر از جهد ما
  • Senin bizim çalışmamızdan haberin bile yok... Biz, ondan bu hediyeyi de yüzlerce hileye başvurduk da aldık!
  • رو بایشان کرد و گفت ای مشفقان ** از کجا آمد بگویید این عوان
  • Şair, yüzünü onlara çevirdi de dedi ki: “Ey beni esirgeyenler, bu kötü vezirler nereden geldi?
  • چیست نام این وزیر جامه‌کن ** قوم گفتندش که نامش هم حسن 1235
  • Bu insanın elbiselerini soyan vezirin adı ne? Söyleyin bana! Onlar adı “Hasan” dediler.
  • گفت یا رب نام آن و نام این ** چون یکی آمد دریغ ای رب دین
  • Şair, Yarabbi dedi... Onun adı da Hasan, bunun adı da... Ey din Rabbi, yazıklar olsun; nasıl oluyor da ikisinin de adı bir oluyor.
  • آن حسن نامی که از یک کلک او ** صد وزیر و صاحب آید جودخو
  • Onun adı Hasan... Fakat onun kaleminin bir yazısıyla yüzlerce cömert kişi padişaha vezir ve muhasip olabilirdi...
  • این حسن کز ریش زشت این حسن ** می‌توان بافید ای جان صد رسن
  • Bunun adı da Hasan... Fakat bu Hasan’ın çirkin sakalından yüzlerce ip örebilirsin!
  • بر چنین صاحب چو شه اصغا کند ** شاه و ملکش را ابد رسوا کند
  • Padişah, böyle bir vezirin sözünü dinlerse kendisini de rezil rüsvay eder, devletini de!
  • مانستن بدرایی این وزیر دون در افساد مروت شاه به وزیر فرعون یعنی هامان در افساد قابلیت فرعون
  • Bu alçak vezirin, padişahın adamlığını bozma hususundaki kötü reyi Firavun’un kabiliyetini bozan veziri Haman’ın rey ve tedbirine benzer
  • چند آن فرعون می‌شد نرم و رام ** چون شنیدی او ز موسی آن کلام 1240
  • Firavun, Musa’nın sözlerini işittikçe kaç defa yumuşadı, ram oldu.