English    Türkçe    فارسی   

4
1223-1247

  • شاعر اندر انتظارش پیر شد ** پس زبون این غم و تدبیر شد
  • Şair bekleye bekleye ihtiyarladı... Bu dertle, bu tedbirle âdeta zebun oldu.
  • گفت اگر زر نه که دشنامم دهی ** تا رهد جانم ترا باشم رهی
  • Dedi ki: Altın yoksa bari bana söv de canımı kurtar, kölen olayım!
  • انتظارم کشت باری گو برو ** تا رهد این جان مسکین از گرو 1225
  • Bekleme beni öldürdü, bari git de, yoksul canım rehinden kurtulsun!
  • بعد از آنش داد ربع عشر آن ** ماند شاعر اندر اندیشه‌ی گران
  • Nihayet vezir, şaire o bin altının onda birinin tam dörtte birini, yani yirmi beş altın verdi... Şair derin bir düşünceye daldı.
  • کانچنان نقد و چنان بسیار بود ** این که دیر اشکفت دسته‌ی خار بود
  • Kendi kendisine önce verilen ihsan, hem peşindi, hem de o kadar çoktu. Bu ise hem geç açıldı, hem de açılınca gördüm ki bir deste diken, dedi.
  • پس بگفتندش که آن دستور راد ** رفت از دنیا خدا مزدت دهاد
  • Şaire dediler ki: O cömert vezir dünyadan gitti, Allah rahmet etsin!
  • که مضاعف زو همی‌شد آن عطا ** کم همی‌افتاد بخشش را خطا
  • O ihsan, onun yüzünden kat kat artmıştı... Onun zamanında ihsanlarda yanlışlık pek az olurdu.
  • این زمان او رفت و احسان را ببرد ** او نمرد الحق بلی احسان بمرد 1230
  • Şimdi o gitti, ihsanı da beraber götürdü... O ölmedi, doğrucası kerem ve ihsan öldü!
  • رفت از ما صاحب راد و رشید ** صاحب سلاخ درویشان رسید
  • O cömert, o akıllı vezir geçip gitti. Yoksulların derisini yüzen bu vezir gelip çattı.
  • رو بگیر این را و زینجا شب گریز ** تا نگیرد با تو این صاحب‌ستیز
  • Yürü, bunu al da hemencecik bu gece buradan kaç... Yoksa bu inatçı, seni yakalar, elindekini de alır!
  • ما به صد حیلت ازو این هدیه را ** بستدیم ای بی‌خبر از جهد ما
  • Senin bizim çalışmamızdan haberin bile yok... Biz, ondan bu hediyeyi de yüzlerce hileye başvurduk da aldık!
  • رو بایشان کرد و گفت ای مشفقان ** از کجا آمد بگویید این عوان
  • Şair, yüzünü onlara çevirdi de dedi ki: “Ey beni esirgeyenler, bu kötü vezirler nereden geldi?
  • چیست نام این وزیر جامه‌کن ** قوم گفتندش که نامش هم حسن 1235
  • Bu insanın elbiselerini soyan vezirin adı ne? Söyleyin bana! Onlar adı “Hasan” dediler.
  • گفت یا رب نام آن و نام این ** چون یکی آمد دریغ ای رب دین
  • Şair, Yarabbi dedi... Onun adı da Hasan, bunun adı da... Ey din Rabbi, yazıklar olsun; nasıl oluyor da ikisinin de adı bir oluyor.
  • آن حسن نامی که از یک کلک او ** صد وزیر و صاحب آید جودخو
  • Onun adı Hasan... Fakat onun kaleminin bir yazısıyla yüzlerce cömert kişi padişaha vezir ve muhasip olabilirdi...
  • این حسن کز ریش زشت این حسن ** می‌توان بافید ای جان صد رسن
  • Bunun adı da Hasan... Fakat bu Hasan’ın çirkin sakalından yüzlerce ip örebilirsin!
  • بر چنین صاحب چو شه اصغا کند ** شاه و ملکش را ابد رسوا کند
  • Padişah, böyle bir vezirin sözünü dinlerse kendisini de rezil rüsvay eder, devletini de!
  • مانستن بدرایی این وزیر دون در افساد مروت شاه به وزیر فرعون یعنی هامان در افساد قابلیت فرعون
  • Bu alçak vezirin, padişahın adamlığını bozma hususundaki kötü reyi Firavun’un kabiliyetini bozan veziri Haman’ın rey ve tedbirine benzer
  • چند آن فرعون می‌شد نرم و رام ** چون شنیدی او ز موسی آن کلام 1240
  • Firavun, Musa’nın sözlerini işittikçe kaç defa yumuşadı, ram oldu.
  • آن کلامی که بدادی سنگ شیر ** از خوشی آن کلام بی‌نظیر
  • Musa’nın sözleri, öyle sözlerdi ki o eşsiz sözlerin güzelliğini duysa, taştan süt akardı.
  • چون بهامان که وزیرش بود او ** مشورت کردی که کینش بود خو
  • Fakat huyu kinden ibaret olan veziri Haman’la görüşüp danışınca,
  • پس بگفتی تا کنون بودی خدیو ** بنده گردی ژنده‌پوشی را بریو
  • Haman, ona “Şimdiye kadar padişahtın... Şimdi bir yamalı hırka giyenin hilesine kapılıp kul mu oldun?” derdi.
  • هم‌چو سنگ منجنیقی آمدی ** آن سخن بر شیشه خانه‌ی او زدی
  • Bu söz, mancınıktan atılan taş gibi gelir, Firavun’un sırçadan yapılma sarayını kırıverirdi!
  • هر چه صد روز آن کلیم خوش‌خطاب ** ساختی در یک‌دم او کردی خراب 1245
  • Güzel sözlü Kelîm’in yüz gün uğraşıp yaptığını o, bir anda yıkar giderdi!
  • عقل تو دستور و مغلوب هواست ** در وجودت ره‌زن راه خداست
  • Senin aklın da vezirdir ve heva ve hevesine mağlûptur... Vücudun da Allah yolunu kesip durmaktadır...
  • ناصحی ربانیی پندت دهد ** آن سخن را او به فن طرحی نهد
  • Allah’a mensup bir öğütçü, sana öğüt verse o sözü, bir hileyle tesirsiz bırakmakta;