English    Türkçe    فارسی   

4
1828-1852

  • بوی رامین می‌رسد از جان ویس ** بوی یزدان می‌رسد هم از اویس
  • Vise’nin ruhuna Rahim’in kokusu geldiği gibi Üveys’ten de Allah kokusu geliyor.
  • از اویس و از قرن بوی عجب ** مر نبی را مست کرد و پر طرب
  • Üveys’ten, Karen kabilesinden garip bir koku geldi de Peygamberi sarhoş etti, neşelendirdi!
  • چون اویس از خویش فانی گشته بود ** آن زمینی آسمانی گشته بود 1830
  • Üveys kendinden geçmiş, yere mensupken göklere mensup olmuştu!
  • آن هلیله‌ی پروریده در شکر ** چاشنی تلخیش نبود دگر
  • Heliyle, şekerle karışmış, halli hamur olmuş, acı tadı kalmamıştı artık!
  • آن هلیله‌ی رسته از ما و منی ** نقش دارد از هلیله طعم نی
  • Heliyle, varlığından tamamıyla geçmişti... Yalnız heliyle şeklindeydi ama lezzeti kalmamıştı ki!”
  • این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا چه گفت از وحی غیب آن شیرمرد
  • Bu sözün sonu gelmez. O aslan er, gayb âleminin vahyinden neler söyledi? Sen onu anlat!
  • قول رسول صلی الله علیه و سلم انی لاجد نفس الرحمن من قبل الیمن
  • Rasul sallallahu aleyhi vesselem’in “Ben Yemen tarafından Rahman kokusunu almaktayım” demesi
  • گفت زین سو بوی یاری می‌رسد ** کاندرین ده شهریاری می‌رسد
  • Bayezıd dedi ki “Bu taraftan bir dostun kokusu gelmekte... Bu köyden bir padişah geliyor!
  • بعد چندین سال می‌زاید شهی ** می‌زند بر آسمانها خرگهی 1835
  • Bunca yıldan sonra bir padişah doğacak... Otağını göklere kuracak!
  • رویش از گلزار حق گلگون بود ** از من او اندر مقام افزون بود
  • Yüzü Allah’ın gül bahçelerinin tesiriyle gül rengine dönecek... Makam ve rütbe bakımından benden üstün olacak!”
  • چیست نامش گفت نامش بوالحسن ** حلیه‌اش وا گفت ز ابرو و ذقن
  • Dediler ki: Adı ne? Bayezid, Ebül Hasan dedi... Onun şeklini, kaşının çenesinin ne şekilde olduğunu anlattı.
  • قد او و رنگ او و شکل او ** یک به یک واگفت از گیسو و رو
  • Boyunu, rengini, şeklini, saçlarını, yüzünü bir bir anlattı.
  • حلیه‌های روح او را هم نمود ** از صفات و از طریقه و جا و بود
  • İç huylarını, manevi sıfatlarını... Ruhunu, yolunu, yerini, varlığını hep söyledi.
  • حلیه‌ی تن هم‌چو تن عاریتیست ** دل بر آن کم نه که آن یک ساعتیست 1840
  • Ten şekli, ten gibi iğretidir... Ona pek gönül verme... o bir anda gelir geçer!
  • حلیه‌ی روح طبیعی هم فناست ** حلیه‌ی آن جان طلب کان بر سماست
  • Tabii ruhun şekli, hali de fanidir... O can şeklini, sıfatını iste ki gökyüzündedir!
  • جسم او هم‌چون چراغی بر زمین ** نور او بالای سقف هفتمین
  • Onun bedeni, yeryüzünde mum gibidir... Nuru ise yedinci kat tavanın üstündedir!
  • آن شعاع آفتاب اندر وثاق ** قرص او اندر چهارم چارطاق
  • Güneşin ışıkları odadadır ama güneş, dördüncü kat göktedir.
  • نقش گل در زیربینی بهر لاغ ** بوی گل بر سقف و ایوان دماغ
  • Gülün suretini, lâtife yollu burnunun altında görürsün ama gül kokusu dimağın ta tavanına, sayvanına kadar her yeri tutmuştur.
  • مرد خفته در عدن دیده فرق ** عکس آن بر جسم افتاده عرق 1845
  • Uyuyan adam, Aden’de bir azaba uğradığını görür ama aksi, bedeninde ter halinde görünür!
  • پیرهن در مصر رهن یک حریص ** پر شده کنعان ز بوی آن قمیص
  • Gömlek, Mısır’da bir harise rehin olmuştur ama Kenan ülkesi o gömleğin kokusuyla dolmuştur!
  • بر نبشتند آن زمان تاریخ را ** از کباب آراستند آن سیخ را
  • Tarihçiler, bunu duyunca Bayezid’in tayin ettiği zamanı yazdılar... Âdeta şişe benzeyen kamış kalemlerini kebapla bezediler.
  • چون رسید آن وقت و آن تاریخ راست ** زاده شد آن شاه و نرد ملک باخت
  • Tanı o zaman, o tarih gelip çatınca o padişah doğdu... Devlet satrancını oynadı!
  • از پس آن سالها آمد پدید ** بوالحسن بعد وفات بایزید
  • Bayezid’in ölümünden sonra yıllar geçti, Ebul Hasan dünyaya geldi.
  • جمله‌ی خوهای او ز امساک وجود ** آن‌چنان آمد که آن شه گفته بود 1850
  • O padişah, Ebulhasan’ın ihsanına, kıskanmasına ait ne gibi huylar söylediyse aynen zuhur etti.
  • لوح محفوظ است او را پیشوا ** از چه محفوظست محفوظ از خطا
  • Çünkü onun önünde giden levhimahfuz’dur... Neden mahfuzdur o levh? Hatadan!
  • نه نجومست و نه رملست و نه خواب ** وحی حق والله اعلم بالصواب
  • Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya... Allah, doğrusunu daha iyi bilir ya, Allah vahyidir!