English    Türkçe    فارسی   

4
1880-1904

  • جسم را نبود از آن عز بهره‌ای ** جسم پیش بحر جان چون قطره‌ای 1880
  • Cisme, o yücelikten bir nasip yoktur... Cisim, can denizinin önünde bir katra gibidir!
  • جسم از جان روزافزون می‌شود ** چون رود جان جسم بین چون می‌شود
  • Cisim, canla artar, gün günden fazlalaşır... Fakat can gitti mi cisme bak, ne hale gelir?
  • حد جسمت یک دو گز خود بیش نیست ** جان تو تا آسمان جولان‌کنیست
  • Cisminin haddi, bir iki arşından fazla değildir... Fakat canın, ta göklere kadar çıkar, dolaşır!
  • تا به بغداد و سمرقند ای همام ** روح را اندر تصور نیم گام
  • En iyi kişi, ruha ta Bağdat’a Semerkand’a kadar olan mesafe tasavvurda yarım adımdır ancak!
  • دو درم سنگست پیه چشمتان ** نور روحش تا عنان آسمان
  • Gözünüz iki dirhemlik taş ağırlığında bir yağ parçasıdır ama ruhunun nuru göklere dek her tarafı kaplar.
  • نور بی این چشم می‌بیند به خواب ** چشم بی‌این نور چه بود جز خراب 1885
  • Nursa, bu göz olmadan da uykuda her şeyi görür... Fakat göz, bu nur olmayınca ancak harap olur gider!
  • جان ز ریش و سبلت تن فارغست ** لیک تن بی‌جان بود مردار و پست
  • Canın, tenin sakalıyla, bıyığıyla alış verişi yoktur... Fakat ten, can olmayınca murdardır, aşağıdır!
  • بارنامه‌ی روح حیوانیست این ** پیشتر رو روح انسانی ببین
  • Bu cisim, hayvani ruhun debdebesine sebeptir... Sen daha önceden git de insani ruhu gör!
  • بگذر از انسان هم و از قال و قیل ** تا لب دریای جان جبرئیل
  • İnsandan da dedikodudan da geç de Cebrail’in ruhunun dayanıp kaldığı deniz kıyısına var!
  • بعد از آنت جان احمد لب گزد ** جبرئیل از بیم تو واپس خزد
  • Ondan sonra Ahmed’in canı (esrarı faş etme sakın diye) sana karşı dudağını ısırsın... Cebrail, senden korksun, geride kalsın!
  • گوید ار آیم به قدر یک کمان ** من به سوی تو بسوزم در زمان 1890
  • Bir yay kadar ileri varır, sana doğru gelirsem derhal yanarım desin!
  • آشفتن آن غلام از نارسیدن جواب رقعه از قبل پادشاه
  • Kölenin, mektuba padişahtan cevap gelmeyişinden kızıp perişan olması
  • این بیابان خود ندارد پا و سر ** بی‌جواب نامه خستست آن پسر
  • Bu ovanın ne başı var zaten, ne sonu... o köle de mektubuna cevap gelmediğinden sıkılıp duruyor! Dostları, ayrılığını sordular;
  • کای عجب چونم نداد آن شه جواب ** با خیانت کرد رقعه‌بر ز تاب
  • Ne şaşılacak şey, padişah neden bana cevap yazmadı... Yoksa kızgınlığından mektubu götüren bir hıyanetlikte mi bulundu?
  • رقعه پنهان کرد و ننمود آن به شاه ** کو منافق بود و آبی زیر کاه
  • Mektubu mu gizledi, yoksa padişaha vermedi mi? Acaba bir münafık mıydı, saman altından su mu yürüttü?
  • رقعه‌ی دیگر نویسم ز آزمون ** دیگری جویم رسول ذو فنون
  • Tecrübe için başka bir mektup yazar, hünerli, terbiyeli bir başka elçi arar bulurum demekte,
  • بر امیر و مطبخی و نامه‌بر ** عیب بنهاده ز جهل آن بی‌خبر 1895
  • Cahilliğinden o bihaber, padişahı, mutfak eminini, mektup götüreni ayıplamaktaydı.
  • هیچ گرد خود نمی‌گردد که من ** کژروی کردم چو اندر دین شمن
  • Hiç ben din yolunda eğri gittim, gâvurluk ettim diye kendisine gelmiyor, kusuru kendinde bulmuyordu.
  • کژ وزیدن باد بر سلیمان علیه‌السلام به سبب زلت او
  • Süleyman aleyhisselâm’ın bir kusuru yüzünden rüzgârın ters esmesi
  • باد بر تخت سلیمان رفت کژ ** پس سلیمان گفت بادا کژ مغژ
  • Rüzgâr, Süleyman’ın tahtına ters esti... Süleyman dedi ki: Ey rüzgâr, ters esme!
  • باد هم گفت ای سیلمان کژ مرو ** ور روی کژ از کژم خشمین مشو
  • Rüzgâr da ey Süleyman dedi, ters hareket etme... Ters hareket edersen, benim tersliğime kızma!
  • این ترازو بهر این بنهاد حق ** تا رود انصاف ما را در سبق
  • Allah, biz ders alalım da insafa gelelim diye bu teraziyi halk etti.
  • از ترازو کم کنی من کم کنم ** تا تو با من روشنی من روشنم 1900
  • Sen eksik dirhem korsan ben eksik tartarım... Sen benimle apaydın muamelede bulunursan ben de seninle apaydın muamelede bulunurum!
  • هم‌چنین تاج سلیمان میل کرد ** روز روشن را برو چون لیل کرد
  • Böylece Süleyman’ın tacı da eğrildi... Aydın günü ona gece etti âdeta!
  • گفت تا جا کژ مشو بر فرق من ** آفتابا کم مشو از شرق من
  • Süleyman dedi ki: Ey taç, neden başımda eğrilirsin... A güneş, doğumdan eksilme benim!
  • راست می‌کرد او به دست آن تاج را ** باز کژ می‌شد برو تاج ای فتی
  • O eliyle tacı düzelttikçe taç eğrilmekteydi yiğidim!
  • هشت بارش راست کرد و گشت کژ ** گفت تاجا چیست آخر کژ مغژ
  • Tam sekiz kere doğrulttu, sekiz kere eğrildi... Dedi ki: Ey taç, bu ne bu? Eğrilme artık!