English    Türkçe    فارسی   

4
327-351

  • ربنا انا ظلمنا گفت و بس ** چونک جانداران بدید از پیش و پس
  • “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” dedi... Çünkü önünde, ardında azap meleklerini gördü.
  • دید جانداران پنهان هم‌چو جان ** دورباش هر یکی تا آسمان
  • Can gibi gizli olan azap meleklerini gördü; her birinin elindeki sopa, ta gökyüzüne kadar uzanıyordu.
  • که هلا پیش سلیمان مور باش ** تا بنشکافد ترا این دورباش
  • Kendine gel... Süleyman’ın huzurunda karınca ol da bu sopa, seni paramparça etmesin!
  • جز مقام راستی یک دم مه‌ایست ** هیچ لالا مرد را چون چشم نیست 330
  • Doğruluk durağında başka bir yerde bir an bile durma... İnsana kimse, gözü gibi lalalık edemez.
  • کور اگر از پند پالوده شود ** هر دمی او باز آلوده شود
  • Kör, öğütle arınıp temizlense bile yine her an sürçer, pislenir.
  • آدما تو نیستی کور از نظر ** لیک اذا جاء القضا عمی البصر
  • Ey Âdem, senin gözün var, kör değilsin... Fakat kaza geldi mi göz kör olur!
  • عمرها باید به نادر گاه‌گاه ** تا که بینا از قضا افتد به چاه
  • Gözlü adamın, bir tesadüf neticesi kuyuya düşmesi için ömürler lazım. Fakat bu kaza, körün yoldaşıdır. Çünkü düşmek, onun tabiatıdır, huyudur.
  • کور را خود این قضا همراه اوست ** که مرورا اوفتادن طبع و خوست
  • Kör, pisliğe düşer de bu koku nedir, kendisinden midir, yoksa bir pisliğe bulaşmış da ondan mı? Bilemez ki.
  • در حدث افتد نداند بوی چیست ** از منست این بوی یا ز آلودگیست 335
  • Ona birisi miskler saçsa onu da kendisinden bilir, sevgilinin lütfundan değil!
  • ور کسی بر وی کند مشکی نثار ** هم ز خود داند نه از احسان یار
  • (eksik)
  • پس دو چشم روشن ای صاحب‌نظر ** مر ترا صد مادرست و صد پدر
  • Hâsılı ey gözü açık kişi, bu iki göz, sana yüzlerce anadır, yüzlerce baba!
  • خاصه چشم دل آن هفتاد توست ** وین دو چشم حس خوشه‌چین اوست
  • Hele gönül gözü yok mu? O, bu göze nispetle yetmiş kat azizdir, yetmiş derece kuvvetlidir... Bu iki duygu gözü, onun nimetiyle geçinmededir.
  • ای دریغا ره‌زنان بنشسته‌اند ** صد گره زیر زبانم بسته‌اند
  • Yazıklar olsun ki yol kesiciler oturmuşlar, dilime yüzlerce düğüm vurmuşlardır!
  • پای‌بسته چون رود خوش راهوار ** بس گران بندیست این معذور دار 340
  • Ayağı bağlı olan, nasıl rahvan gidebilir! Ağır bir bağdır bu... Mazur gör!
  • این سخن اشکسته می‌آید دلا ** کین سخن درست غیرت آسیا
  • Ey gönül, bu söz, kırık dökük geliyor. Bu söz incidir, Allah gayreti de değirmen.
  • در اگر چه خرد و اشکسته شود ** توتیای دیده‌ی خسته شود
  • İnci küçük ve kırık bile olsa hasta göze tutya olur.
  • ای در از اشکست خود بر سر مزن ** کز شکستن روشنی خواهی شدن
  • Ey inci, kırıldığına acınma... Kırılmakla parlayacak apaydın olacaksın!
  • همچنین اشکسته بسته گفتنیست ** حق کند آخر درستش کو غنیست
  • Böyle o kırık dökük söylenecek... Fakat Allah ganidir, sonunda onu düzgün bir hale getirir.
  • گندم ار بشکست و از هم در سکست ** بر دکان آمد که نک نان درست 345
  • Buğday, kırıldı, ufalandıysa zayi olmadı ya... Un haline geldi de dükkâna girdi, ekmek oldu.
  • تو هم ای عاشق چو جرمت گشت فاش ** آب و روغن ترک کن اشکسته باش
  • Ey âşık, senin de suçun belli oldu... Artık suyu yağı bırak da kırık dökük bir hale gel!
  • آنک فرزندان خاص آدم‌اند ** نفحه‌ی انا ظلمنا می‌دمند
  • Âdem’in has çocuklarına mahsustur bu... Onlar, “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” derler.
  • حاجت خود عرضه کن حجت مگو ** هم‌چو ابلیس لعین سخت‌رو
  • Sen de hacetini arz et, lânetlenmiş yüzsüz iblis gibi delil getirmeye kalkışma!
  • سخت‌رویی گر ورا شد عیب‌پوش ** در ستیز و سخت‌رویی رو بکوش
  • Yok, eğer yüzsüzlük, İblis’in ayıbını örttüyse sen de inada giriş, yüzsüzlükte bulun, bu yolda çalış, didin!
  • آن ابوجهل از پیمبر معجزی ** خواست هم‌چون کینه‌ور ترکی غزی 350
  • Ebucehil, Peygamber’den, kindar Oğuz Türk’ü gibi bir mucize istedi.
  • لیک آن صدیق حق معجز نخواست ** گفت این رو خود نگوید جز که راست
  • Fakat Allah Sıddık’ı mucize istemedi, bu yüzün sahibi zaten doğrudan başka bir şey söyleyemez ki dedi.