English    Türkçe    فارسی   

4
51-75

  • باز در بستندش و آن درپرست ** بر همان اومید آتش پا شدست
  • Açarlar ama hemencecik yine o kapıyı örterler. O kapıya tapan, oraya ümit bağlayan kişi de ümitlenir, o ümitle ateş kesilir, işe girişir!
  • چون درآمد خوش در آن باغ آن جوان ** خود فرو شد پا به گنجش ناگهان
  • O genç de hoş bir halde o bağa girince ansızın ayağı defineye batıverdi!
  • مر عسس را ساخته یزدان سبب ** تا ز بیم او دود در باغ شب
  • Allah bekçiyi sebep etti... Bekçi korkusundan geceleyin koşa koşa bağa girdi, sığındı da,
  • بیند آن معشوقه را او با چراغ ** طالب انگشتری در جوی باغ
  • Bağdan geçen ırmağa yüzüğünü düşürmüş olan sevgilisinin elinde bir fener, yüzüğünü aramakta olduğunu gördü.
  • پس قرین می‌کرد از ذوق آن نفس ** با ثنای حق دعای آن عسس 55
  • O anda neşesinden Allah’a şükürler ederek bekçiye hayır dualarda bulunmaya başladı:
  • که زیان کردم عسس را از گریز ** بیست چندان سیم و زر بر وی بریز
  • “Bekçiden huylanıp kaçtım, ziyanlara girdim, ama yarabbi, sen onun yirmi misli altın ve gümüşü onun başına saç!
  • از عوانی مر ورا آزاد کن ** آنچنان که شادم او را شاد کن
  • Onu, kötü kişilerin şerrinden kurtar... Ben nasıl neşelendiysem onu da sen neşelendir!
  • سعد دارش این جهان و آن جهان ** از عوانی و سگی‌اش وا رهان
  • Onu bu âlemde de mesut et, o âlemde de... Onu kötülükten, köpeklikten kurtar!
  • گرچه خوی آن عوان هست ای خدا ** که هماره خلق را خواهد بلا
  • Allah’ım, gerçi o kötü kişinin huyu daima halkın belasını istemektir. ( ama yine sen onu koru).
  • گر خبر آید که شه جرمی نهاد ** بر مسلمانان شود او زفت و شاد 60
  • Kötü kişi, padişah, Müslümanları suçlu buldu diye bir haber duydu mu semirir, neşelenir...
  • ور خبر آید که شه رحمت نمود ** از مسلمانان فکند آن را به جود
  • Yok... Eğer padişah, merhamet etti, o cezayı cömertliğiyle Müslümanlardan bağışladı diye bir söz duysa,
  • ماتمی در جان او افتد از آن ** صد چنین ادبارها دارد عوان
  • Bu söz yüzünden canı sıkılır, yaslara düşer... Kötü kişide daha buna benzer yüzlerce yomsuzluklar vardır.
  • او عوان را در دعا در می‌کشید ** کز عوان او را چنان راحت رسید
  • Fakat o âşık, kötü bekçiye hayır dualar edip duruyordu. Çünkü rahata onun yüzünden kavuşmuştu.
  • بر همه زهر و برو تریاق بود ** آن عوان پیوند آن مشتاق بود
  • Bekçi herkese zehirdi, fakat ona panzehir! Bekçi, onun sevgilisine kavuşmasına sebep olmuştu.
  • پس بد مطلق نباشد در جهان ** بد به نسبت باشد این را هم بدان 65
  • Görüyorsun ya, dünyada mutlak olarak kötü bir şey yoktur. Kötü, buna nispetle kötüdür. Sonra şunu da bil ki,
  • در زمانه هیچ زهر و قند نیست ** که یکی را پا دگر را بند نیست
  • Âlemde hiçbir zehir yahut şeker yoktur ki birine ayak, öbürüne ayakkabı olmasın!
  • مر یکی را پا دگر را پای‌بند ** مر یکی را زهر و بر دیگر چو قند
  • Evet... Birine ayak olur, öbürüne bukağı. Birisine zehirdir, öbürüne şeker gibi tatlı!
  • زهر مار آن مار را باشد حیات ** نسبتش با آدمی باشد ممات
  • Yılanın zehiri, yılana hayattır, insanaysa ölüm!
  • خلق آبی را بود دریا چو باغ ** خلق خاکی را بود آن مرگ و داغ
  • Deniz mahlûklarına deniz, bağ, bahçe gibidir... Fakat karada yaşayanlara ölümdür, dağdır!
  • همچنین بر می‌شمر ای مرد کار ** نسبت این از یکی کس تا هزار 70
  • Ey iş eri, bu nispeti birden tuttur da böylece bine kadar saya dur!
  • زید اندر حق آن شیطان بود ** در حق شخصی دگر سلطان بود
  • Zeyd, birisine göre şeytandır, öbürüneyse sultan!
  • آن بگوید زید صدیق سنیست ** وین بگوید زید گبر کشتنیست
  • O, zeyd pek yüce bir kişidir der... Bu zeyd gebertilecek bir kâfirdir der!
  • زيد يك ذات است بر آن يك جنان ** او بر اين ديگر همه رنج و زيان
  • Zeyd, bir adamdır ama ona öyledir, bunaysa baştanbaşa zahmettir, ziyandır!
  • گر تو خواهی کو ترا باشد شکر ** پس ورا از چشم عشاقش نگر
  • Eğer onun, sana göre de şeker hâline gelmesini istiyorsan var, onu âşıklarının gözüyle gör!
  • منگر از چشم خودت آن خوب را ** بین به چشم طالبان مطلوب را 75
  • O güzele kendi gözünle bakma... İsteneni isteyenlerin gözüyle gör!