English    Türkçe    فارسی   

4
65-89

  • پس بد مطلق نباشد در جهان ** بد به نسبت باشد این را هم بدان 65
  • Görüyorsun ya, dünyada mutlak olarak kötü bir şey yoktur. Kötü, buna nispetle kötüdür. Sonra şunu da bil ki,
  • در زمانه هیچ زهر و قند نیست ** که یکی را پا دگر را بند نیست
  • Âlemde hiçbir zehir yahut şeker yoktur ki birine ayak, öbürüne ayakkabı olmasın!
  • مر یکی را پا دگر را پای‌بند ** مر یکی را زهر و بر دیگر چو قند
  • Evet... Birine ayak olur, öbürüne bukağı. Birisine zehirdir, öbürüne şeker gibi tatlı!
  • زهر مار آن مار را باشد حیات ** نسبتش با آدمی باشد ممات
  • Yılanın zehiri, yılana hayattır, insanaysa ölüm!
  • خلق آبی را بود دریا چو باغ ** خلق خاکی را بود آن مرگ و داغ
  • Deniz mahlûklarına deniz, bağ, bahçe gibidir... Fakat karada yaşayanlara ölümdür, dağdır!
  • همچنین بر می‌شمر ای مرد کار ** نسبت این از یکی کس تا هزار 70
  • Ey iş eri, bu nispeti birden tuttur da böylece bine kadar saya dur!
  • زید اندر حق آن شیطان بود ** در حق شخصی دگر سلطان بود
  • Zeyd, birisine göre şeytandır, öbürüneyse sultan!
  • آن بگوید زید صدیق سنیست ** وین بگوید زید گبر کشتنیست
  • O, zeyd pek yüce bir kişidir der... Bu zeyd gebertilecek bir kâfirdir der!
  • زيد يك ذات است بر آن يك جنان ** او بر اين ديگر همه رنج و زيان
  • Zeyd, bir adamdır ama ona öyledir, bunaysa baştanbaşa zahmettir, ziyandır!
  • گر تو خواهی کو ترا باشد شکر ** پس ورا از چشم عشاقش نگر
  • Eğer onun, sana göre de şeker hâline gelmesini istiyorsan var, onu âşıklarının gözüyle gör!
  • منگر از چشم خودت آن خوب را ** بین به چشم طالبان مطلوب را 75
  • O güzele kendi gözünle bakma... İsteneni isteyenlerin gözüyle gör!
  • چشم خود بر بند زان خوش‌چشم تو ** عاریت کن چشم از عشاق او
  • Kendi gözünü yum. Gözünün yerine, ona âşık olanlardan ariyet bir göz edin...
  • بلک ازو کن عاریت چشم و نظر ** پس ز چشم او بروی او نگر
  • Hatta âriyet olarak ondan bir göz, bir görüş, al da onun yüzüne, onun gözüyle bak!
  • تا شوی آمن ز سیری و ملال ** گفت کان الله له زین ذوالجلال
  • Bak da bıkmadan, usanmadan emin ol. İşte ululuk ıssı peygamber, bunun için “Kim kendini Allah’a verirse Allah, kendisini ona verir” dedi...
  • چشم او من باشم و دست و دلش ** تا رهد از مدبریها مقبلش
  • “Onun gözü de ben olurum, eli de, gönlü de... Bu suretle devleti, bahtsızlıktan kurtulur” buyurdu.
  • هر چه مکرو هست چون شد او دلیل ** سوی محبوبت حبیبست و خلیل 80
  • Ne olursa olsun, kötü ve istenmeyen bir şey bile olsa değil mi ki sana kılavuzluk etti, sevgiline ulaştırdı, sevimlidir, dosttur!
  • حکایت آن واعظ کی هر آغاز تذکیر دعای ظالمان و سخت‌دلان و بی‌اعتقادان کردی
  • Vaaza başladı mı zalimlere, taş yüreklilere ve itikatsızlara dua eden vaiz
  • آن یکی واعظ چو بر تخت آمدی ** قاطعان راه را داعی شدی
  • Bir vaiz vardı... Minbere çıktı mı yol kesenlere duaya başlar,
  • دست برمی‌داشت یا رب رحم ران ** بر بدان و مفسدان و طاغیان
  • Ellerini kaldırıp “Yarabbi, kötülere, fesatçılara, isyancılara merhamet et!
  • بر همه تسخرکنان اهل خیر ** برهمه کافردلان و اهل دیر
  • Hayır sahipleriyle alay edenlerin hepsine, bütün kâfir gönüllülere, kiliselerde bulunanlara merhamette bulun” derdi.
  • می‌نکردی او دعا بر اصفیا ** می‌نکردی جز خبیثان را دعا
  • Temiz kişilere hiç dua etmez, kötülerden başkasına duada bulunmazdı.
  • مر ورا گفتند کین معهود نیست ** دعوت اهل ضلالت جود نیست 85
  • Ona “Hiç böyle bir âdet görmedik... Sapıklara dua etmek mürüvvet değildir” dediler.
  • گفت نیکویی ازینها دیده‌ام ** من دعاشان زین سبب بگزیده‌ام
  • Dedi ki: “Ben onlardan iyilik gördüm... Bu yüzden onlara dua etmeyi âdet edindim.
  • خبث و ظلم و جور چندان ساختند ** که مرا از شر به خیر انداختند
  • O kadar kötülükte bulundular, o derece zulüm ve cevir ettiler ki nihayet beni şerden kurtardılar, hayra ulaştırdılar.
  • هر گهی که رو به دنیا کردمی ** من ازیشان زخم و ضربت خوردمی
  • Ne vakit dünyaya yöneldimse onlardan eziyetler gördüm, meşakkatler çektim, dayaklar yedim.
  • کردمی از زخم آن جانب پناه ** باز آوردندمی گرگان به راه
  • Bu yüzden de iyilik tarafına kaçardım... Beni o kurtlar yola getirirlerdi.