English    Türkçe    فارسی   

4
897-921

  • پس مثال تو چو آن حلقه‌زنیست ** کز درونش خواجه گوید خواجه نیست
  • Sen şuna benzersin: Adam gelir, kapıyı döver de ev sahibi, içerden “Ev sahibi evde yok diye bağırır.
  • حلقه‌زن زین نیست دریابد که هست ** پس ز حلقه بر ندارد هیچ دست
  • Kapıyı döven bu “Ev sahibi evde yok” sözünden anlar ve ev sahibi içerdedir... Halkadan elini çekmez!
  • پس هم انکارت مبین می‌کند ** کز جماد او حشر صد فن می‌کند
  • Senin inkârın da Allah’ın cemad âleminden yüzlerce haşirde bulunduğunu, yüzlerce can yarattığını gösterir, belli eder!
  • چند صنعت رفت ای انکار تا ** آب و گل انکار زاد از هل اتی 900
  • Su ve toprağın “Hel etâ”dan inkâr doğurmasına dek, (insanın aslî maddesi bile yokken nihayet sudan, topraktan meni haline gelip duygu ve görgü sahibi olmasına kadar) nice sıfatlar düzüldü, koşuldu!
  • آب وگل می‌گفت خود انکار نیست ** بانگ می‌زد بی‌خبر که اخبار نیست
  • İşte su ve toprak (yani insan) da (inkârda bulunuyor ama hakikatte) inkâr etmemekte... Yalnız o ev sahibi gibi “o haber veren içerde yok” diye bağırmakta!
  • من بگویم شرح این از صد طریق ** لیک خاطر لغزد از گفت دقیق
  • Bunu yüz türlü açar, anlatırım ama ince sözlerden insanın aklı sürçer... Onun için vazgeçiyorum!
  • چاره کردن سلیمان علیه‌السلام در احضار تخت بلقیس از سبا
  • Süleyman aleyhisselâm’ın Belkıs’ın tahtını Sebe’den getirtmeye bir çare bulması
  • گفت عفریتی که تختش را به فن ** حاضر آرم تا تو زین مجلس شدن
  • Bir ifrit dedi ki: Sen daha yerinden kalkmadan ben, tahtını getiririm.
  • گفت آصف من به اسم اعظمش ** حاضر آرم پیش تو در یک دمش
  • Asaf da “İsm-i âzam kudretiyle ben, bir anda bu tahtı buraya getiririm” dedi.
  • گرچه عفریت اوستاد سحر بود ** لیک آن از نفخ آصف رو نمود 905
  • İfrit, sihirde üstattı ama o taht, Asaf’ın nefesiyle geldi.
  • حاضر آمد تخت بلقیس آن زمان ** لیک ز آصف نه از فن عفریتیان
  • Belkıs’ın tahtı derhal Süleyman’ın huzurunda belirdi... Fakat Asaf’ın himmetiyle; ifritlerin hilesiyle değil!
  • گفت حمدالله برین و صد چنین ** که بدیدستم ز رب العالمین
  • Süleyman, Allah’a hamd olsun dedi... Bu nimeti de âlemlerin Rabi’nin lütfuyla gördüm, bunun gibi yüzlercesini de!
  • پس نظر کرد آن سلیمان سوی تخت ** گفت آری گول‌گیری ای درخت
  • Sonra tahta baktı da dedi ki: Evet sen ahmakları aldatabilirsin ey ağaç!
  • پیش چوب و پیش سنگ نقش کند ** ای بسا گولان که سرها می‌نهند
  • Nakşedilmiş, bezenmiş tahta ve taş önünde nice aptallar baş kor, secde eder!
  • ساجد و مسجود از جان بی‌خبر ** دیده از جان جنبشی واندک اثر 910
  • Secde edenin de canından haberi yoktur, secde edilenin de... Ancak canından bir hareket ve azıcık bir eser görmüştür, işte o kadar!
  • دیده در وقتی که شد حیران و دنگ ** که سخن گفت و اشارت کرد سنگ
  • Şaşırıp kaldığı sıralarda taşın söz söylediğini, işarette bulunduğunu görmüşte büsbütün hayretlere dalmıştır!
  • نرد خدمت چون بنا موضع بباخت ** شیر سنگین را شقی شیری شناخت
  • O kötü kişi, ibadet tavlasını yerinde oynamamıştır da bu yüzden taştan aslanı sahici aslan sanmıştır.
  • از کرم شیر حقیقی کرد جود ** استخوانی سوی سگ انداخت زود
  • Hakiki aslan da, kereminden cömertlik etmiş, hemencecik köpeğin önüne bir kemik fırlatıp atmış...
  • گفت گرچه نیست آن سگ بر قوام ** لیک ما را استخوان لطفیست عام
  • O köpek, doğru özlü değil ama bizim kemik verişimiz umumî bir lütûftur, demiştir!
  • قصه‌ی یاری خواستن حلیمه از بتان چون عقیب فطام مصطفی را علیه‌السلام گم کرد و لرزیدن و سجده‌ی بتان و گواهی دادن ایشان بر عظمت کار مصطفی صلی‌الله علیه و سلم
  • Halime’nin Mustafa aleyhisselâm’ı sütten kesince kaybetmesi ve putlardan yardım istemesi, putların titreyip secdeye kapanmaları, Mustafa sallallahu aleyhi vesellem’in ululuğuna şahadet etmeleri
  • قصه‌ی راز حلیمه گویمت ** تا زداید داستان او غمت 915
  • Sana Halime’nin gizli hikâyesini söyleyeyim de gönlünden gam gitsin!
  • مصطفی را چون ز شیر او باز کرد ** بر کفش برداشت چون ریحان و ورد
  • Mustafa’yı sütten kesince fesleğen ve gül gibi elini alıp bağrına basarak...
  • می‌گریزانیدش از هر نیک و بد ** تا سپارد آن شهنشه را به جد
  • Her iyi ve kötüden kaçırıp esirgeyerek o padişahlar padişahını atasına teslim etmek üzere Mekke’ye geldi.
  • چون همی آورد امانت را ز بیم ** شد به کعبه و آمد او اندر حطیم
  • O emaneti, zayi etmeden korkarak Kâbe’ye geldi, Hatîm’e girdi.
  • از هوا بشنید بانگی کای حطیم ** تافت بر تو آفتابی بس عظیم
  • Fakat bu sırada havadan “Ey Hatîm, sana pek büyük bir güneş doğdu...
  • ای حطیم امروز آید بر تو زود ** صد هزاران نور از خورشید جود 920
  • Ey Hatîm, bugün sana cömertlik güneşinden yüz binlerce nur isabet ediverdi...
  • ای حطیم امروز آرد در تو رخت ** محتشم شاهی که پیک اوست بخت
  • Ey Hatîm, bugün sana, talih ve bahtın, ardında çavuş olduğu ulular ulusu bir padişah gelip kondu...