English    Türkçe    فارسی   

4
953-977

  • این حلیمه‌ی سعدی از اومید تو ** آمد اندر ظل شاخ بید تو
  • Sad kabilesinden olan Halime, derdine derman olacağını umarak senin gölgene gelip sığındı.
  • که ازو فرزند طفلی گم شدست ** نام آن کودک محمد آمدست
  • Onun bir küçük çocuğu kaybolmuş... Adı Muhammed’miş!” dedi.
  • چون محمد گفت آن جمله بتان ** سرنگون گشت و ساجد آن زمان 955
  • Arap, Muhammed der demez derhal bütün putlar yere kapandılar, secde ettiler.
  • که برو ای پیر این چه جست و جوست ** آن محمد را که عزل ما ازوست
  • “A ihtiyar, Muhammed’i ne çeşit arayış bu? Biz onun yüzünden işten kalacak, hor hakir olacağız!
  • ما نگون و سنگسار آییم ازو ** ما کساد و بی‌عیار آییم ازو
  • Biz onun yüzünden yüz üstü düşeceğiz, taşlanacağız... Onun yüzünden kârımıza kesat gelecek, ayarımız mahvolacak!
  • آن خیالاتی که دیدندی ز ما ** وقت فترت گاه گاه اهل هوا
  • Fetret zamanında hevâ ve heves ehlinin arada bir bizden gördükleri o hayaller,
  • گم شود چون بارگاه او رسید ** آب آمد مر تیمم را درید
  • Onun devri gelince yok olacak... Su görününce teyemmümün hükmü kalmayacak!
  • دور شو ای پیر فتنه کم فروز ** هین ز رشک احمدی ما را مسوز 960
  • A ihtiyar, uzaklaş bizden sınama ateşini alevlendirme; Ahmed’in kıskançlığıyla bizi yakma!
  • دور شو بهر خدا ای پیر تو ** تا نسوزی ز آتش تقدیر تو
  • Allah aşkına uzaklaş ey ihtiyar... Uzaklaş da takdir ateşi, seni de bizimle beraber yakmasın!
  • این چه دم اژدها افشردنست ** هیچ دانی چه خبر آوردنست
  • Biliyor musun ki bu, âdeta ejderhanın kuyruğunu sıkmaktır... hiç biliyor musun, bu ne çeşit haber getiriştir?
  • زین خبر جوشد دل دریا و کان ** زین خبر لرزان شود هفت آسمان
  • Bu haberden denizin de yüreği coşar, madenin de... Bu haberden yedi kat gök bile tir tir titrer!” dediler.
  • چون شنید از سنگها پیر این سخن ** پس عصا انداخت آن پیر کهن
  • O güngörmüş, yaş yaşamış ihtiyar, taşlardan bu sözleri duyunca sopasını yere attı.
  • پس ز لرزه و خوف و بیم آن ندا ** پیر دندانها به هم بر می‌زدی 965
  • Titremeye başladı... o seslerden korkmuştu; dişleri takır takır birbirine vuruyordu.
  • آنچنان که اندر زمستان مرد عور ** او همی لرزید و می‌گفت ای ثبور
  • Kışın çıplak adamın titremesi gibi titremekte “Eyvahlar olsun, helâk olduk” demekteydi.
  • چون در آن حالت بدید او پیر را ** زان عجب گم کرد زن تدبیر را
  • Halime ihtiyarın bu halini görünce büsbütün şaşırdı, ne yapacağını unuttu.
  • گفت پیر اگر چه من در محنتم ** حیرت اندر حیرت اندر حیرتم
  • Dedi ki: “A ihtiyar, ben de mihnetteyim ama şimdi temelli şaşırdım kaldım!
  • ساعتی بادم خطیبی می‌کند ** ساعتی سنگم ادیبی می‌کند
  • An olur rüzgâr bana hatiplik eder, zaman gelir taşlar edep öğretir!
  • باد با حرفم سخنها می‌دهد ** سنگ و کوهم فهم اشیا می‌دهد 970
  • Rüzgâr, bana söz söyler... Taş ve dağ, eşyanın hakikatini anlatır!
  • گاه طفلم را ربوده غیبیان ** غیبیان سبز پر آسمان
  • Gâh olur gayb erleri, gökyüzünün yeşil kanatlı melekleri çocuğumu kaparlar!
  • از کی نالم با کی گویم این گله ** من شدم سودایی اکنون صد دله
  • Kime ağlayıp sızlanayım... Kime şikâyet edeyim? Yüzlerce gönülle sevdalara kapılanlara döndüm şimdi.
  • غیرتش از شرح غیبم لب ببست ** این قدر گویم که طفلم گم شدست
  • O çocuğun gayreti, gayb sırlarını söyletmiyor, ağzımı yumuyor benim... Şu kadar söyleyeyim: Çocuğum kayboldu!
  • گر بگویم چیز دیگر من کنون ** خلق بندندم به زنجیر جنون
  • Fakat şimdi başka bir şey söylesem halk, beni delirdi sanır, zincirlere vurur!”
  • گفت پیرش کای حلیمه شاد باش ** سجده‌ی شکر آر و رو را کم خراش 975
  • İhtiyar dedi ki: “Halime, şad ol... Şükür secdesine kapan, yüzünü pek yırtma.
  • غم مخور یاوه نگردد او ز تو ** بلک عالم یاوه گردد اندرو
  • Gam yeme... O kaybolmaz, belki bütün âlem onda kaybolur!
  • هر زمان از رشک غیرت پیش و پس ** صد هزاران پاسبانست و حرس
  • Her an onun önünde, ardında yüzbinlerce gözcü bekçi var; onu korurlar.