English    Türkçe    فارسی   

5
124-148

  • می‌زد او دو دست را بر رو و سر  ** کله را می‌کوفت بر دیوار و در 
  • İki elini yüzüne, başına vuruyor, kafasını duvara kapıya çarpıyordu.
  • آنچنان که خون ز بینی و سرش  ** شد روان و رحم کرد آن مهترش  125
  • Bir halde ki burnundan, başından kanlar revan olmaya başladı. O ulu Peygamber, ona acıdı.
  • نعره‌ها زد خلق جمع آمد برو  ** گبر گویان ایهاالناس احذروا 
  • Naralar atıyordu. Halk başına toplanınca, Ey halk sakının diyordu.
  • می‌زد او بر سر کای بی‌عقل سر  ** می‌زد او بر سینه کای بی‌نور بر 
  • Ey akılsız kafa diye başına vuruyor, ey nursuz göğüs diye göğsünü dövüyordu.
  • سجده می‌کرد او کای کل زمین  ** شرمسارست از تو این جزو مهین 
  • Ey yeryüzünün küllü, senden şu aşağılık cüz-ü, utanmaktadır diye secde ediyor;
  • تو که کلی خاضع امر ویی  ** من که جزوم ظالم و زشت و غوی 
  • Sen küllü olduğun halde O’nun emrine baş eğiyorsun da ben cüzü olduğum halde zulmediyor kötülükte bulunuyor, azıyorum;
  • تو که کلی خوار و لرزانی ز حق  ** من که جزوم در خلاف و در سبق  130
  • Sen kül iken Allah’ya karşı hor hakir oluyor, O’ndan titriyorsun da ben cüzü iken O’na aykırı hareket ediyorum diyor:
  • هر زمان می‌کرد رو بر آسمان  ** که ندارم روی ای قبله‌ی جهان 
  • Her an yüzünü göğe kaldırıp Ey cihanın kıblesi, yüzüm yok diye feryat ediyordu.
  • چون ز حد بیرون بلرزید و طپید  ** مصطفی‌اش در کنار خود کشید 
  • Hadden artık titreyip çarpınınca Mustafa, onu kucakladı.
  • ساکنش کرد و بسی بنواختش  ** دیده‌اش بگشاد و داد اشناختش 
  • Yatıştırdı pek iltifat etti, gözlerini açtı, ona kendini tanıttı.
  • تا نگرید ابر کی خندد چمن  ** تا نگرید طفل کی جوشد لبن 
  • Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Çocuk ağlamadıkça süt nasıl coşar?
  • طفل یک روزه همی‌داند طریق  ** که بگریم تا رسد دایه‌ی شفیق  135
  • Bir günlük çocuk bile yolu bilir. Ağlayayım da esirgeyen dadı gelip yetişsin der.
  • تو نمی‌دانی که دایه‌ی دایگان  ** کم دهد بی‌گریه شیر او رایگان 
  • Sen bilmiyorsun; dadılar dadısı da sen ağlamadıkça bedavaca sütü az verir.
  • گفت فلیبکوا کثیرا گوش دار  ** تا بریزد شیر فضل کردگار 
  • Kulak ver, “Çok ağlayın” dedi. Ağlayın da yaratıcı Allah’nın ihsan sütü aksın.
  • گریه‌ی ابرست و سوز آفتاب  ** استن دنیا همین دو رشته تاب 
  • Dünyanın direği bulutun ağlamasıdır, güneşin yakması. Sen bu iki ipe iyi sarıl.
  • گر نبودی سوز مهر و اشک ابر  ** کی شدی جسم و عرض زفت و سطبر 
  • Güneşin hararetiyle bulutun gözyaşı olmasaydı beden ve araz, nasıl olur da semirir, gelişirdi?
  • کی بدی معمور این هر چار فصل  ** گر نبودی این تف و این گریه اصل  140
  • Bu hararetle bu ağlayış, temel olmasaydı şu dört mevsim nasıl mamur olurdu?
  • سوز مهر و گریه‌ی ابر جهان  ** چون همی دارد جهان را خوش‌دهان 
  • Güneşin hararetiyle alem bulutunun ağlaması, nasıl cihanın ağzının tadını getiriyor, nasıl alemi hoş bir hale sokuyorsa,
  • آفتاب عقل را در سوز دار  ** چشم را چون ابر اشک‌افروز دار 
  • Sen de akıl güneşini yak, gözünü göz yaşları saçan bir bulut haline getir.
  • چشم گریان بایدت چون طفل خرد  ** کم خور آن نان را که نان آب تو برد 
  • Küçük çocuk gibi sana da ağlayan bir göz gerek. O ekmeği az ye ekmek senin şerefini giderdi.
  • تن چو با برگست روز و شب از آن  ** شاخ جان در برگ‌ریزست و خزان 
  • Ten, gece gündüz onunla gelişir, yapraklanırsa can dalı, yapraklarını döker, güz mevsimine düşer.
  • برگ تن بی‌برگی جانست زود  ** این بباید کاستن آن را فزود  145
  • Beden azığı, derhal canın azıksız kalmasıyla neticelenir. Bunu azaltmak onu çoğaltmak gerek.
  • اقرضوا الله قرض ده زین برگ تن  ** تا بروید در عوض در دل چمن 
  • “Allah’ya borç verin.” Sen de bu ten ağzından borç ver de karşılığında gönlünde yeşillikler bitsin.
  • قرض ده کم کن ازین لقمه‌ی تنت  ** تا نماید وجه لا عین رات 
  • Borç ver de bu ten lokmasını azalt, bu suretle de “Gözlerin görmediği” yüz görünsün.
  • تن ز سرگین خویش چون خالی کند  ** پر ز مشک و در اجلالی کند 
  • Ten kendisini pislikten arıtırsa ululuk misk ve incileriyle dolar.