English    Türkçe    فارسی   

5
1701-1725

  • سرمه‌ی توحید از کحال حال  ** یافته رسته ز علت و اعتلال 
  • Hal göz doktorundan birlik sürmesini çekerler de illetten de kurtulurlar sebepten de.
  • ننگرند اندر تب و قولنج و سل  ** راه ندهند این سببها را به دل 
  • Ne hummaya bakarlar, ne kulunca, ne basura, bu sebeplere hiç ehemmiyet vermezler.
  • زانک هر یک زین مرضها را دواست  ** چون دوا نپذیرد آن فعل قضاست 
  • Çünkü bu illetlerin her birinin devası vardır. Deva kabul etmeyen illet kaza ve kaderdir.
  • هر مرض دارد دوا می‌دان یقین  ** چون دوای رنج سرما پوستین 
  • Bilki her hastalığın mutlaka bir devası vardır. Soğuk illetinin devası nasıl kürk giymekse.
  • چون خدا خواهد که مردی بفسرد  ** سردی از صد پوستین هم بگذرد  1705
  • Fakat Tanrı, bir adamı dondurmayı murat ederse soğuk, yüz tane kürk giyse yüzünden de tesir eder.
  • در وجودش لرزه‌ای بنهد که آن  ** نه به جامه به شود نه از آشیان 
  • Bedeni öyle bir titremeye baslar ki, ne elbiseyle ısınır ne evle.
  • چون قضا آید طبیب ابله شود  ** وان دوا در نفع هم گمره شود 
  • Kaza ve kader geldi mi doktor aptallaşır. O ilaç da fayda verme hususunda yolunu şaşırır.
  • کی شود محجوب ادراک بصیر  ** زین سببهای حجاب گول‌گیر 
  • Ahmakları avlayan bu sebepler, nasıl olur da can gözü açık olanın anlayışına perde olur?
  • اصل بیند دیده چون اکمل بود  ** فرع بیند چونک مرد احول بود 
  • Göz sağlam oldu mu aslı görür. Fakat insan şaşı olursa aslı değil de fer’i görür” dedi.
  • جواب آمدن کی آنک نظر او بر اسباب و مرض و زخم تیغ نیاید بر کار تو عزرائیل هم نیاید کی تو هم سببی اگر چه مخفی‌تری از آن سببها و بود کی بر آن رنجور مخفی نباشد کی و هو اقرب الیه منکم و لکن لا تبصرون 
  • Tanrıdan, Ey Azrail, sebepleri, hastalıkları, kılıç yarasını görmeyen, senin yaptığın işi de görmez. O sebeplerden daha gizlisin ama sen de sebepsin. Hatta o hastaya "Tanrı, ona sizden yakındır ama siz görmezsiniz" sırrı bile gizli kalmaz.
  • گفت یزدان آنک باشد اصل دان  ** پس ترا کی بیند او اندر میان  1710
  • Tanrı dedi ki: Aslı bilen kişi, nasıl olur da arada seni görür?
  • گرچه خویش را عامه پنهان کرده‌ای  ** پیش روشن‌دیدگان هم پرده‌ای 
  • Kendini halktan gizledin ama sırları apaydın görenlerce sen de bir perdesin.
  • وانک ایشان را شکر باشد اجل  ** چون نظرشان مست باشد در دول 
  • Onlara ecel, şeker gibi tatlı gelirken Artık gözleri dünya devlet ve ikbaline sarhoş olur mu?
  • تلخ نبود پیش ایشان مرگ تن  ** چون روند از چاه و زندان در چمن 
  • Onlarca bedene ait olan ölüm, acı değildir. Çünkü onlar, kuyudan, zindandan çayırlığa, çimenliğe gidiyorlar.
  • وا رهیدند از جهان پیچ‌پیچ  ** کس نگرید بر فوات هیچ هیچ 
  • Bu ıstıraplarla dolu alemden kurtuluyorlar. İnsan bir hiçin kayboluşuna ağlar mı?
  • برج زندان را شکست ارکانیی  ** هیچ ازو رنجد دل زندانیی  1715
  • Padişaha mensup birisi zindanın burcunu yıksa zindandakinin gönlü, ona incinir mi?
  • کای دریغ این سنگ مرمر را شکست  ** تا روان و جان ما از حبس رست 
  • Yazık, şu mermer taşı kırdı da canımızı, ruhumuzu hapisten kurtardı.
  • آن رخام خوب و آن سنگ شریف  ** برج زندان را بهی بود و الیف 
  • O güzelim mermer, o yüce taş, zindanın burcuna ne yakışıyordu, ne de güzel uymuştu.
  • چون شکستش تا که زندانی برست  ** دست او در جرم این باید شکست 
  • Nasıl oldu da kırdı, beni de hapisten kurtardı? Bu suça karşılık elini kırmalı onun der mi?
  • هیچ زندانی نگوید این فشار  ** جز کسی کز حبس آرندش به دار 
  • Hapisten çıkarılıp dar ağacına götürülen kişiden başka hiçbir mahpus böyle saçma bir söz söylemez.
  • تلخ کی باشد کسی را کش برند  ** از میان زهر ماران سوی قند  1720
  • Birisine, yılan zehrinden kurtarıp şeker verseler bu hal, o adama hiç acı gelir mi?
  • جان مجرد گشته از غوغای تن  ** می‌پرد با پر دل بی‌پای تن 
  • Can beden kavgasından kurtulur. Beden ayağı olmaksızın gönül kanadıyla uçmaya başlar.
  • هم‌چو زندانی چه که اندر شبان  ** خسپد و بیند به خواب او گلستان 
  • Hani zindanın kuyusuna hapsedilen adamın uyuyup rüyasında gül bahçesini görmesi gibi.
  • گوید ای یزدان مرا در تن مبر  ** تا درین گلشن کنم من کر و فر 
  • Bu adam der ki: Tanrım, beni bedene döndürme de su gül bahçesinde bir salınıp gezineyim.
  • گویدش یزدان دعا شد مستجاب  ** وا مرو والله اعلم بالصواب 
  • Tanrı da duan kabul edildi, dönme der. Doğrusunu Tanrı daha iyi bilir ya.
  • این چنین خوابی ببین چون خوش بود  ** مرگ نادیده به جنت در رود  1725
  • Bu çeşit rüya bir bak ne hoştur. Adam, ölümünü görmeden cennete gitmede.