English    Türkçe    فارسی   

5
2816-2840

  • چون خیالی می‌شود در زهد تن  ** تا خیالات از درونه روفتن 
  • İçteki hayallerin süpürülmesi için beden, riyazatla hayale döner.
  • غالب شدن مکر روبه بر استعصام خر 
  • Eşeğin hile yüzünden tilkiye alet olması
  • خر بسی کوشید و او را دفع گفت  ** لیک جوع الکلب با خر بود جفت 
  • Eşek bir hayli çalıştı, tilkiden korundu. Fakat köpek gibi acıkmıştı, açlı kendisine eş olmuştu.
  • غالب آمد حرص و صبرش بد ضعیف  ** بس گلوها که برد عشق رغیف 
  • Hırsı üstün geldi, sabrı zayıfladı. Ekmek sevdası, nice boğazlan yırtmıştır.
  • زان رسولی کش حقایق داد دست  ** کاد فقر ان یکن کفر آمدست 
  • Kendisine hakikatler keşfedilen Peygamber, onun için "Az kaldı yoksulluk, küfür olayazdi" dedi.
  • گشته بود آن خر مجاعت را اسیر  ** گفت اگر مکرست یک ره مرده گیر  2820
  • O eşek, açlığa tutsak olmuştu. Hileyse bile dedi, tut ki öldüm.
  • زین عذاب جوع باری وا رهم  ** گر حیات اینست من مرده بهم 
  • Bari bu açlık azabından kurtulurum ya. Yaşayış buysa ölüm bence daha iyi.
  • گر خر اول توبه و سوگند خورد  ** عاقبت هم از خری خبطی بکرد 
  • Önce tövbe etmiş, and içmişti ama nihayet eşekliğinden tövbesini de bozdu, andını da.
  • حرص کور و احمق و نادان کند  ** مرگ را بر احمقان آسان کند 
  • Hırs, insanı kör, ahmak eder, bilgisiz bir hale sokar, ölümü kolaylaştırır.
  • نیست آسان مرگ بر جان خران  ** که ندارند آب جان جاودان 
  • Halbuki ölüm, eşeklere kolay değildir. Çünkü ebedî canları yoktur ki.
  • چون ندارد جان جاوید او شقیست  ** جرات او بر اجل از احمقیست  2825
  • Ebedî canı olmadığı için de kötülükte bulunan birisidir. Ecele cüreti, ahmaklıktandır.
  • جهد کن تا جان مخلد گردد  ** تا به روز مرگ برگی باشدت 
  • Çalış da ebedî cana ulaş, ölüm gününde de elinde bir azık bulunsun.
  • اعتمادش نیز بر رازق نبود  ** که بر افشاند برو از غیب جود 
  • Kötü kişinin rızık veren Tanrıya güveni yoktur. Gayıptan ona rızkının cömertçe saçıldığına inanmaz.
  • تاکنونش فضل بی‌روزی نداشت  ** گرچه گه‌گه بر تنش جوعی گماشت 
  • Gerçi zaman zaman ona bir açlık verdi, verdi ama Tanrı ihsanı, şimdiye kadar onu rızıksız bırakmadı.
  • گر نباشد جوع صد رنج دگر  ** از پی هیضه بر آرد از تو سر 
  • Eğer açlık olmasaydı imtilâya tutulurdun, ondan sonra da sende daha yüzlerce illet başgösterirdi.
  • رنج جوع اولی بود خود زان علل  ** هم به لطف و هم به خفت هم عمل  2830
  • Açlık illeti, hem lâtif oluş, hem hafif bir hale geliş, hem de Tanrı'ya yalvarıp ibadette bulunuş bakımından o illetlerden elbette daha iyidir.
  • رنج جوع از رنجها پاکیزه‌تر  ** خاصه در جوعست صد نفع و هنر 
  • Açlık zahmeti, illetlerden daha iyidir; hele açlıkta yüzlerce fayda ve hüner de varken.
  • در بیان فضیلت احتما و جوع 
  • Az yeyiş ve açlığın iyiliği
  • جوع خود سلطان داروهاست هین  ** جوع در جان نه چنین خوارش مبین 
  • Kendine gel, açlık, ilâçların padişahıdır. Açlığı canla başla kabul et, onu böyle hor görme.
  • جمله ناخوش از مجاعت خوش شدست  ** جمله خوشها بی‌مجاعتها ردست 
  • Bütün hastalıklar, açlıkla iyileşir. Bütün ilâçlar, aç olmadıkça sana tesir etmez.
  • مثل 
  • Örnek
  • آن یکی می‌خورد نان فخفره  ** گفت سایل چون بدین استت شره 
  • Birisi küflü ekmek yiyordu. Bir adam, neden bu kadar haris ve aç gözlü oldun? diye sordu?
  • گفت جوع از صبر چون دوتا شود  ** نان جو در پیش من حلوا شود  2835
  • Dedi ki: Sabrın sonucunda açlık, iki misli arttı mı arpa ekmeği bile bana helva gelir.
  • پس توانم که همه حلوا خورم  ** چون کنم صبری صبورم لاجرم 
  • Sabrettim, sabırlı oldum mu daima helva yemiş olurum.
  • خود نباشد جوع هر کس را زبون  ** کین علف‌زاریست ز اندازه برون 
  • Zaten açlık, herkese zebun olmaz ki. Bu açlık, hadden aşırı bir otlaktır.
  • جوع مر خاصان حق را داده‌اند  ** تا شوند از جوع شیر زورمند 
  • Açlığı, onunla güçlü kuvvetli aslan kesilsinler diye ancak Tanrı haslarına vermişlerdir.
  • جوع هر جلف گدا را کی دهند  ** چون علف کم نیست پیش او نهند 
  • Açlığı, öyle her âdi yoksula nerden verecekler? Ot az değil a, önüne koyuverirler.
  • که بخور که هم بدین ارزانیی  ** تو نه‌ای مرغاب مرغ نانیی  2840
  • Ye derler, sen ancak buna lâyıksın. Suda yüzen kuş değilsin sen, ekmek yiyen bir kuşsun.
  • حکایت مریدی کی شیخ از حرص و ضمیر او واقف شد او را نصیحت کرد به زبان و در ضمن نصیحت قوت توکل بخشیدش به امر حق 
  • Bir şeyhin, dervişin içini okuyup hırsını anlaması, ona dille nasihat vererekTanrı emriyle Tanrı'ya dayanma kuvvetini bağışlaması