English    Türkçe    فارسی   

5
814-838

  • تا فزاید کوری از شورابها  ** زانک آب شور افزاید عمی 
  • Bu suretle de körlükleri artar. Çünkü kara su, körlüğü arttırır.
  • اهل دنیا زان سبب اعمی‌دل‌اند  ** شارب شورابه‌ی آب و گل‌اند  815
  • Dünya ehlinin bu sebeple gönül gözleri kördür; onlar, balçıkla bulanmış su içerler.
  • شور می‌ده کور می‌خر در جهان  ** چون نداری آب حیوان در نهان 
  • Madem ki gizli bir alemde abıhayatın yok, şu halde kara ve tuzlu suyu ver, kötülüğü al bu alemde!
  • با چنین حالت بقا خواهی و یاد  ** هم‌چو زنگی در سیه‌رویی تو شاد 
  • Bu halle bir de varlık istiyor, onu anıyorsun ha. Halbuki sen, zenci gibi kara yüzlü olmakla neşelisin.
  • در سیاهی زنگی زان آسوده است  ** کو ز زاد و اصل زنگی بوده است 
  • Zenci aslından öyle doğduğundan, aslından zenci olduğundan o kara renkten hoşlanır, rahattır.
  • آنک روزی شاهد و خوش‌رو بود  ** گر سیه‌گردد تدارک‌جو بود 
  • Fakat bir gün güzelleşse, güzel yüzlü bir hale gelse de sonra kararsa çaresini aramaya koyulur.
  • مرغ پرنده چو ماند در زمین  ** باشد اندر غصه و درد و حنین  820
  • Uçar kuş, yeryüzünde kalsa derde, eleme düşer, feryat etmeye başlar.
  • مرغ خانه بر زمین خوش می‌رود  ** دانه‌چین و شاد و شاطر می‌دود 
  • Fakat ev kuşu, yeryüzünde güzelce yürür, yem toplar, neşeli bir halde dönüp dolaşır.
  • زآنک او از اصل بی‌پرواز بود  ** وآن دگر پرنده و پرواز بود 
  • Çünkü o aslında uçamaz, öbürü uçucudur.
  • قال النبی علیه‌السلام ارحموا ثلاثا عزیز قوم ذل و غنی قوم افتقر و عالما یلعب به الجهال 
  • Peygamber aleyhisselam “üç kişiye acıyın : bir kavmin aşağı bir hale düşen yücesine, yoksullaşan zenginine, cahillere oyuncak olan bilginine” dedi
  • گفت پیغامبر که رحم آرید بر  ** جان من کان غنیا فافتقر 
  • Peygamber, canım hakkı için dedi, yoksul düşen zengine,
  • والذی کان عزیزا فاحتقر  ** او صفیا عالما بین المضر 
  • Hor hakir bir hale gelen yüceye, yahut da bilgisizlikle şöhret kazanan Mudar kabilesinin arasına düşmüş saf ve temiz alime acıyın.
  • گفت پیغامبر که با این سه گروه  ** رحم آرید ار ز سنگید و ز کوه  825
  • Peygamber dedi ki: Taş ve dağ bile olsanız bu üç bölük halka merhamet edin.
  • آنک او بعد از رئیسی خوار شد  ** وآن توانگر هم که بی‌دینار شد 
  • Çünkü o, başlıkta bulunduktan sonra hor oldu. Öbürü, zenginken yoksul düştü, parasız kaldı.
  • وآن سوم آن عالمی که اندر جهان  ** مبتلی گردد میان ابلهان 
  • Üçüncüsü de, alemde ahmak adamlar arasında belalara uğrayan alimdir.
  • زانک از عزت به خواری آمدن  ** هم‌چو قطع عضو باشد از بدن 
  • Çünkü yücelikten horluğa düşmek, bedenden bir uzvu kesmektir.
  • عضو گردد مرده کز تن وا برید  ** نو بریده جنبد اما نی مدید 
  • Bedenden ayrılan uzuv, ölür, yeni kesilmiş uzuv bir müddet oynar, oynar ama bu hareket sürüp gitmez.
  • هر که از جام الست او خورد پار  ** هستش امسال آفت رنج و خمار  830
  • Geçen yıl Elest kadehinden şarap içen, bu yıl baş ağrısına eza ve cefaya uğrar.
  • وآنک چون سگ ز اصل کهدانی بود  ** کی مرورا حرص سلطانی بود 
  • Köpek gibi bayağı olan kişide padişahlık hırsı ne gezer.
  • توبه او جوید که کردست او گناه  ** آه او گوید که گم کردست راه 
  • Suçu olan tövbe eder. Yolu kaybeden kişi ah eder.
  • قصه‌ی محبوس شدن آن آهوبچه در آخر خران و طعنه‌ی آن خران ببر آن غریب گاه به جنگ و گاه به تسخر و مبتلی گشتن او به کاه خشک کی غذای او نیست و این صفت بنده‌ی خاص خداست میان اهل دنیا و اهل هوا و شهوت کی الاسلام بدا غریبا و سیعود غریبا فطوبی للغرباء صدق رسول الله 
  • Ceylan yavrusunun eşekler ahırına düşüp mahpus olması , eşeklerin o gariple gah savaşarak gah alay ederek eğlenmeleri, gıdası olmayan kuru ot yemeye mecbur oluşu… Bu, Tanrı’nın has kulunun sıfatıdır, o da dünya, hava ve heves ve şehvet ehli arasında bu hale düşmüştür.”İslam garip başlar garip biter. Ne mutlu gariplere” denmiştir. Tanrı Peygamberi doğru söylemiştir.
  • آهوی را کرد صیادی شکار  ** اندر آخر کردش آن بی‌زینهار 
  • Avcının biri, bir ceylan tuttu. O merhametsiz herif, ceylanı ahıra kapattı.
  • آخری را پر ز گاوان و خران  ** حبس آهو کرد چون استمگران 
  • Ahır, öküzlerle, eşeklerle doluydu. O herif de ceylanı, zalimler gibi bu ahıra hapsetti.
  • آهو از وحشت به هر سو می‌گریخت  ** او به پیش آن خران شب کاه ریخت  835
  • Ceylan, ürkekliğinden her yana kaçmakta idi. Avcı, geceleyin eşeklere saman veriyordu.
  • از مجاعت و اشتها هر گاو و خر  ** کاه را می‌خورد خوشتر از شکر 
  • Her öküz, her eşek, açlığından samanı şeker gibi yiyor, şekerden de hoş buluyordu.
  • گاه آهو می‌رمید از سو به سو  ** گه ز دود و گرد که می‌تافت رو 
  • Ceylan, gah bir yandan bir yana kaçıyor, gah tozdan, dumandan yüzünü çeviriyordu.
  • هرکرا با ضد خود بگذاشتند  ** آن عقوبت را چو مرگ انگاشتند 
  • Kimi, zıddı ile bir araya koyarlarsa onu, ölüm azabına uğratmış olurlar.