English    Türkçe    فارسی   

6
1964-1988

  • سخت جانی باید این فن را چو تو  ** تو که داری جان سخت این را بجو 
  • Bu iş için senin gibi yorulma bilmez bir adam gerek. Sen mademki yorulmuyorsun, var ara.
  • گر نیابی نبودت هرگز ملال  ** ور بیابی آن به تو کردم حلال  1965
  • Bulursan ne âlâ, onu sana helâl ettim. Bulamazsan yorulmazsın, kazar durursun!
  • عقل راه ناامیدی کی رود  ** عشق باشد کان طرف بر سر دود 
  • Akıl, ümitsizlik yoluna gider mi hiç? Aşk lâzım ki o tarafa koşsun!
  • لاابالی عشق باشد نی خرد  ** عقل آن جوید کز آن سودی برد 
  • Hiç bir şeye aldırmayan aşktır, akıl değil. Akıl, faydalanacağı şeyi arar.
  • ترک‌تاز و تن‌گداز و بی‌حیا  ** در بلا چون سنگ زیر آسیا 
  • Aşk yılmaz, canını sakınmaz, utanma nedir bilmez. Değirmen taşının altına gitmiş gibi belâlara uğrar, sabreder.
  • سخت‌رویی که ندارد هیچ پشت  ** بهره‌جویی را درون خویش کشت 
  • Öyle pek yüzlüdür ki hiç arkasını dönmez. Bir fayda elde etmek ümidini öldürmüştür içinde.
  • پاک می‌بازد نباشد مزدجو  ** آنچنان که پاک می‌گیرد ز هو  1970
  • Neyi var, neyi yoksa ortaya kor, oynar, yutulur, bir ücret aramaz. Allah’nın aldığı gibi yine hepsini Allahya verir, tertemiz olur.
  • می‌دهد حق هستیش بی‌علتی  ** می‌سپارد باز بی‌علت فتی 
  • Allah, ona sebepsiz olarak bu varlığı vermiştir.O cömert er de sebepsiz olarak Allah vergisini Allahya bağışlar.
  • که فتوت دادن بی علتست  ** پاک‌بازی خارج هر ملتست 
  • Cömertlik, sebepsiz olarak vermektir. Temizlik, her şeyi Allahya verip arınmak, her şeriatın dışındadır.
  • زانک ملت فضل جوید یا خلاص  ** پاک بازانند قربانان خاص 
  • Çünkü şeriat, ya Allah ihsanına nail olmayı, yahut Allah kahrından kurtulmayı arar. Varlıktan arınanlarsa Allah’nın has kurbanlarıdır.
  • نی خدا را امتحانی می‌کنند  ** نی در سود و زیانی می‌زنند 
  • Onlar, ne Allahyı sınarlar, ne de ziyana, kâra aldırış ederler.
  • باز دادن شاه گنج‌نامه را به آن فقیر کی بگیر ما از سر این برخاستیم 
  • Padişahın,definenin yerini gösteren kâğıdı ”Al,biz bundan vazgeçtik” diye yoksula vermesi
  • چونک رقعه‌ی گنج پر آشوب را  ** شه مسلم داشت آن مکروب را  1975
  • O dertli definenin kâğıdını padişah, o dertlere uğramış fakire verince;
  • گشت آمن او ز خصمان و ز نیش  ** رفت و می‌پیچید در سودای خویش 
  • Yoksul adam, düşmanlarından, onların saçmasından emin oldu, gidip sevdalandığı şeye adamakıllı sarıldı.
  • یار کرد او عشق درداندیش را  ** کلب لیسد خویش ریش خویش را 
  • İnsanı dertlere düşüren aşka yâr oldu. Köpek, yarasını yalaya yalaya iyi eder.
  • عشق را در پیچش خود یار نیست  ** محرمش در ده یکی دیار نیست 
  • Aşk ıstırabına hiçbir yâr, hiçbir ortak yoktur. Âşığa âlemde bir tek mahrem bile bulunmaz.
  • نیست از عاشق کسی دیوانه‌تر  ** عقل از سودای او کورست و کر 
  • Âşıktan daha deli kimse yoktur. Akıl, onun sevdasına karşı kördür, sağırdır.
  • زآنک این دیوانگی عام نیست  ** طب را ارشاد این احکام نیست  1980
  • Çünkü bu, herkesin deliliğine benzemez ki. Hekimlik bilgisinde bunu iyileştirecek hükümler yoktur.
  • گر طبیبی را رسد زین گون جنون  ** دفتر طب را فرو شوید به خون 
  • Bir hekim, bu çeşit deliliğe uğrasa hekimlik kitabını kanı ile yıkar, yazılanların hepsini silerdi.
  • طب جمله‌ی عقلها منقوش اوست  ** روی جمله دلبران روپوش اوست 
  • Bütün akılların hekimliği, aşka göre çizilmiş suretlerden başka bir şey değildir. Bütün güzellerin yüzleri, onun yüzünün perdesidir.
  • روی در روی خود آر ای عشق‌کیش  ** نیست ای مفتون ترا جز خویش خویش 
  • Ey aşk mezhebine giren, yüzünü kendine çevir. Sana meftun olan, senden başkası değildir.
  • قبله از دل ساخت آمد در دعا  ** لیس للانسان الا ما سعی 
  • O adamda kendini kıble yapmış, dua edip durmuştu. “İnsan ancak çalıştığını elde eder.”
  • پیش از آن کو پاسخی بشنیده بود  ** سالها اندر دعا پیچیده بود  1985
  • Bundan önce bir cevap duymadan yıllarca dua etmişti.
  • بی‌اجابت بر دعاها می‌تنید  ** از کرم لبیک پنهان می‌شنید 
  • İcabet edilmeden dua ediyor, Allah kereminden “Lebbeyk” sesini gizli olarak işitiyordu.
  • چونک بی‌دف رقص می‌کرد آن علیل  ** ز اعتماد جود خلاق جلیل 
  • O illetli adam, ulu yaratıcının cömertliğine güvendiğinden tefsiz oynuyordu.
  • سوی او نه هاتف و نه پیک بود  ** گوش اومیدش پر از لبیک بود 
  • Ona ne bir hatif sesi gelmişti, ne bir haberci ulaşmıştı. Ümit kulağı, “Lebbeyk” sesiyle doluydu ama.