English    Türkçe    فارسی   

6
2045-2069

  • کوهها ببرید و وادی دراز  ** بهر دید شیخ با صدق و نیاز  2045
  • Dağlar aştı, uzun ovalar geçti. Şeyh’i görmek için özü doğru olarak, Allahya yalvarıp yakararak bunca yol aldı.
  • آنچ در ره دید از رنج و ستم  ** گرچه در خوردست کوته می‌کنم 
  • Yolda gördüğü cefalar, çektiği eziyetler, anlatılmaya değer ama ben kısa kesiyorum.
  • چون به مقصد آمد از ره آن جوان  ** خانه‌ی آن شاه را جست او نشان 
  • O genç, yolu bitirip maksadına ulaştı. O padişahın evini sordu.
  • چون به صد حرمت بزد حلقه‌ی درش  ** زن برون کرد از در خانه سرش 
  • Öğrenip kapısına geldi, yüzlerce saygıyla kapı halkasını vurdu. Şeyhin karısı, kapıdan başını çıkardı.
  • که چه می‌خواهی بگو ای ذوالکرم  ** ژگفت بر قصد زیارت آمدم 
  • Ey kerem sahibi, ne istiyorsun? dedi. Derviş, ziyaret için geldim deyince.
  • خنده‌ای زد زن که خه‌خه ریش بین  ** این سفرگیری و این تشویش بین  2050
  • Kadın kahkahayla gülüp dedi ki: Sakalına bak yahu. Hele şu yolculuğa, şu uğradığın derde bak.
  • خود ترا کاری نبود آن جایگاه  ** که به بیهوده کنی این عزم راه 
  • Yerinde, yurdunda işin yok muydu da beyhude yere yollara düştün?
  • اشتهای گول‌گردی آمدت  ** یا ملولی وطن غالب شدت 
  • Bir ahmağı görmek hevesine mi düştün, yoksa yurdundan mı usandın?
  • یا مگر دیوت دو شاخه بر نهاد  ** بر تو وسواس سفر را در گشاد 
  • Yahut da şeytan sana bir boyunduruk urdu, vesveseler verdi, sana bu yolculuk kapısını açtı.
  • گفت نافرجام و فحش و دمدمه  ** من نتوانم باز گفتن آن همه 
  • Birçok kötü sözler söyledi, küfürlerde bulundu, dırıldandı durdu. Onların hepsini söyleyemem ben.
  • از مثل وز ریش‌خند بی‌حساب  ** آن مرید افتاد از غم در نشیب  2055
  • Kadının sayısız gülümsemesinden, hikâyeler söylemesinden derviş, pek dertlendi, dertlere uğradı.
  • پرسیدن آن وارد از حرم شیخ کی شیخ کجاست کجا جوییم و جواب نافرجام گفتن حرم 
  • Derviş’in Şeyh nerede,onu nerede arayalım diye sorması,Şeyh’in karısının da kötü kötü cevap vermesi
  • اشکش از دیده بجست و گفت او  ** با همه آن شاه شیرین‌نام کو 
  • Dervişin gözlerinden yaşlar aktı, dedi ki: Bütün bunlarla beraber o adı tatlı padişah nerede? Söyle bana!
  • گفت آن سالوس زراق تهی  ** دام گولان و کمند گمرهی 
  • Kadın dedi ki: O bomboş riyâkar bir hilebazdır. Ahmaklara tuzaktır. Yol azıtanlara kementlik eder.
  • صد هزاران خام ریشان هم‌چو تو  ** اوفتاده از وی اندر صد عتو 
  • Senin gibi sakalını değirmende ağartan yüz binlerce kişi azgınlıktan ona düşmüştür.
  • گر نبینیش و سلامت وا روی  ** خیر تو باشد نگردی زو غوی 
  • Onu görmez, esenlikle yerine yurduna dönersen senin için daha hayırlıdır. Onu görüp de azmazsın hiç olmazsa.
  • لاف‌کیشی کاسه‌لیسی طبل‌خوار  ** بانگ طبلش رفته اطراف دیار  2060
  • Onun işi gücü lâftır, kâse yalayıcı, hazır sofraya oturucu bir heriftir. Fakat davulunun sesi, etrafa yayılmış nasılsa.
  • سبطیند این قوم و گوساله‌پرست  ** در چنین گاوی چه می‌مالند دست 
  • Bu kavim İsrail oğullarına benzer, öküze taparlar. Böyle bir öküze el vurup adarlar işte.
  • جیفة اللیلست و بطال النهار  ** هر که او شد غره‌ی این طبل‌خوار 
  • Bu hazır sofraya oturan adama kapılan, geceleyin bir leştir, gündüzün işsiz güçsüz bir adam.
  • هشته‌اند این قوم صد علم و کمال  ** مکر و تزویری گرفته کینست حال 
  • Bunlar, yüzlerce bilgiyi, yüceliği bırakmışlardır da bir hileye, bir riyâya kapılmışlardır. İşte hal bu.
  • آل موسی کو دریغا تاکنون  ** عابدان عجل را ریزند خون 
  • Nerede Musa’nın soyu? Gelse de şu öküze tapanların kanlarını dökse…yazık!
  • شرع و تقوی را فکنده سوی پشت  ** کو عمر کو امر معروفی درشت  2065
  • Şeriatı, Allahdan ürküp sakınmayı ardına atmış. Nerede Ömer? Gelse de şiddetle doğruluğu emretse!
  • کین اباحت زین جماعت فاش شد  ** رخصت هر مفسد قلاش شد 
  • Bunlar, her kötü şeyi mübah biliyorlar. Bu ibahilik bunlardan yayıldı, fesatçı kalleşe de ruhsat oldu âdeta.
  • کو ره پیغامبری و اصحاب او  ** کو نماز و سبحه و آداب او 
  • Nerede Peygamberle sahabesinin yolu. Nerede namaz, nerede tesbih, nerede onların edepleri.
  • جواب گفتن مرید و زجر کردن مرید آن طعانه را از کفر و بیهوده گفتن 
  • Kadının küfürde bulunması ve saçma sözler söylemesi üzerine o dervişin kızıp ona ağır sözlerle cevap vermesi
  • بانگ زد بر وی جوان و گفت بس  ** روز روشن از کجا آمد عسس 
  • Genç, yeter diye bağırdı, apaydın günde bekçinin ne lüzumu var?
  • نور مردان مشرق و مغرب گرفت  ** اسمانها سجده کردند از شگفت 
  • Erlerin nuru doğuyu da tuttu batıyı da. Gökler bile hayrette kalıp secde ettiler.