English    Türkçe    فارسی   

6
2753-2777

  • که چرا ما را نمی داری امین ** یوسف خود را به سیران و ظعین
  • تا به هم در مرجها بازی کنیم  ** ما درین دعوت امین و محسنیم 
  • Yeşilliklerde beraber gezip tozalım. Biz, onu çağırıyoruz ama emniyet ve ihsan sahibi kişileriz dediler.
  • گفت این دانم که نقلش از برم  ** می‌فروزد در دلم درد و سقم  2755
  • Yakup, şu kadar biliyorum ki onu benim yanımdan alıp götürmenizden gönlümde bir dert, bir elem peydahlanıyor.
  • این دلم هرگز نمی‌گوید دروغ  ** که ز نور عرش دارد دل فروغ 
  • Gönlüm, asla yalan söylemez. Çünkü o arş nurundan nurlanmıştır dedi.
  • آن دلیل قاطعی بد بر فساد  ** وز قضا آن را نکرد او اعتداد 
  • Yakup’un şu gönlünün burkulması yok mu işte o, bu işte bir kötülük olduğuna katî bir delildi. Fakat kaza ve kaderden kaçmasına imkan yoktu.
  • در گذشت از وی نشانی آن‌چنان  ** که قضا در فلسفه بود آن زمان 
  • Kaza ve kader hükmünü işleyecekti. Onun için Yakup da bu kadar nişaneler gördüğü halde yine de Yusuf’u gönderdi.
  • این عجب نبود که کور افتد به چاه  ** بوالعجب افتادن بینای راه 
  • Körün, kuyuya düşmesine şaşılmaz, fakat yolu gören de düşer, buna şaşılır işte.
  • این قضا را گونه گون تصریفهاست  ** چشم‌بندش یفعل‌الله ما یشاست  2760
  • Bu kaza ve kaderin çeşit çeşit işleri vardır. Adamın gözünü, Tanrı nasıl dilerse öyle bağlar.
  • هم بداند هم نداند دل فنش  ** موم گردد بهر آن مهر آهنش 
  • Gönül hilesini hem bilir, hem bilmez. Mührünü vurmak için demiri bile yumuşatır, muma döndürür.
  • گوییی دل گویدی که میل او  ** چون درین شد هرچه افتد باش گو 
  • Gönül derdi ki: Mademki Tanrı taktiri böyle, bunu istiyor, ha olsun, ne yapalım?
  • خویش را زین هم مغفل می‌کند  ** در عقالش جان معقل می‌کند 
  • Kendisini bundan gafil tutmaktaydı. Can da, onun ipiyle bağlanmış kalmıştı.
  • گر شود مات اندرین آن بوالعلا  ** آن نباشد مات باشد ابتلا 
  • O yüce kişi, taktir yüzünden mat olursa bu, alt olma değildir, Tanrı kazasına uğramadır.
  • یک بلا از صد بلااش وا خرد  ** یک هبوطش بر معارجها برد  2765
  • Bir musibet, onu yüzlerce musibetten kurtarır. Bir iniş onu yüceliklere çıkarır.
  • خام شوخی که رهانیدش مدام  ** از خمار صد هزاران زشت خام 
  • Hani ham bir şuh, bir şen adam gibi. Gece içtiği şarap, onu sarhoş etti, yüz binlerce ham kişinin sarhoşluğundan kurtardı.
  • عاقبت او پخته و استاد شد  ** جست از رق جهان و آزاد شد 
  • Nihayet o da pişti, usta oldu, cihanın esirliğinden kurtuldu, hürriyete kavuştu.
  • از شراب لایزالی گشت مست  ** شد ممیز از خلایق باز رست 
  • Zevali olmayan Tanrı şarabını içti, sarhoş oldu. Kendisine her şeyi, herkesi anlayacak bir kabiliyet geldi, halktan kurtuldu.
  • ز اعتقاد سست پر تقلیدشان  ** وز خیال دیده‌ی بی‌دیدشان 
  • Onların gevşek ve taklitçi inanışlarından, görmez gözlerinin gördüğü hayalden halâs oldu.
  • ای عجب چه فن زند ادراکشان  ** پیش جزر و مد بحر بی‌نشان  2770
  • Şaşılacak şey! Onların anlayışı, bu nişanesiz denizin met ve cezrine ne yapabilecek ki?
  • زان بیابان این عمارت‌ها رسید  ** ملک و شاهی و وزارتها رسید 
  • Bu yapılmış, düzülmüş mamureler, o çölden geldi. Saltanat, padişahlık, vezirlik, oradan verildi.
  • زان بیابان عدم مشتاق شوق  ** می‌رسند اندر شهادت جوق جوق 
  • Yokluk çölünden bu görünen âleme iştiyaklarla bölük bölük varlıklar gelip durmada.
  • کاروان بر کاروان زین بادیه  ** می‌رسد در هر مسا و غادیه 
  • Bu çölden her akşam, her sabah kervan üstüne kervan geliyor.
  • آید و گیرد وثاق ما گرو  ** که رسیدم نوبت ما شد تو رو 
  • Geliyor, biz geldik, nöbet bizim, siz gidin diye yerimizi yurdumuzu alıyor.
  • چون پسر چشم خرد را بر گشاد  ** زود بابا رخت بر گردون نهاد  2775
  • Oğul, akıl gözünü açtı mı baba, hemencecik yükünü kağnıya koyuyor.
  • جاده‌ی شاهست آن زین سو روان  ** وآن از آن سو صادران و واردان 
  • O âlemden buraya bir ana yol var. Oradan buraya geliyorlar, buradan oraya gidiyorlar.;
  • نیک بنگر ما نشسته می‌رویم  ** می‌نبینی قاصد جای نویم 
  • İyi dikkat et. Oturmuşuz ama gidiyoruz, yeni bir yere hareket etmişiz, fakat görmüyorsun sen.