English    Türkçe    فارسی   

6
3275-3299

  • واحد کالالف در رزم و کرم  ** صد چو حاتم گاه ایثار نعم  3275
  • Sen mecliste de ihsan ve keremde de bir kişiydin ama bine bedeldin. İhsan esnasında yüzlerce Hatem’din âdeta.
  • حاتم ار مرده به مرده می‌دهد  ** گردگان‌های شمرده می‌دهد 
  • Hatem, cansız şeyi ölü gönüllü adama verir, sayılı birkaç ceviz ihsan ederdi.
  • تو حیاتی می‌دهی در هر نفس  ** کز نفیسی می‌نگنجد در نفس 
  • Sense her solukta öyle bir hayat bağışlamadasın ki onun güzelliğini anlatmaya ömür yetmez.
  • تو حیاتی می‌دهی بس پایدار  ** نقد زر بی‌کساد و بی‌شمار 
  • Sen, ebedî bir haya,t tükenmez ve sayılmaz altınlar bağışlarsın.
  • وارثی نا بوده یک خوی ترا  ** ای فلک سجده کنان کوی ترا 
  • Ey gökyüzünün, civarına secde ettiği zat ! Bir huyuna bile mirasçı yok senin.
  • خلق را از گرگ غم لطفت شبان  ** چون کلیم الله شبان مهربان  3280
  • Lûtfun halka çobanlık etmede gam kurtundan korumada… Tanrı Kelim’i gibi, merhametli bir çoban hem de.
  • گوسفندی از کلیم الله گریخت  ** پای موسی آبله شد نعل ریخت 
  • Tanrı Kelim’i çobanlık ederken sürüden bir koyun kaçmıştı. Musa peşine düştü koşmaya başladı çarıklarını çıkardı ayaklarının altı şişti kabardı.
  • در پی او تا به شب در جست و جو  ** وان رمه غایب شده از چشم او 
  • Akşama kadar onu aradı. Koyun da gözünden kayboldu.
  • گوسفند از ماندگی شد سست و ماند  ** پس کلیم الله گرد از وی فشاند 
  • Fakat nihayet koyun yorulup kaldı, Tanrı Kelim’i de onu yakaladı.
  • کف همی‌مالید بر پشت و سرش  ** می‌نواخت از مهر هم‌چون مادرش 
  • Merhametle arkasını, başını okşamaya anası gibi onu sevmeye koyuldu.
  • نیم ذره طیرگی و خشم نی  ** غیر مهر و رحم و آب چشم نی  3285
  • Bir parçacık bile öfkelenmedi, kızmadı. Yalnız sevdi, acıdı, gözünden yaşlar döküldü.
  • گفت گیرم بر منت رحمی نبود  ** طبع تو بر خود چرا استم نمود 
  • Dedi ki: Tutalım bana acımadın kendi kendine neden zulmettin?
  • با ملایک گفت یزدان آن زمان  ** که نبوت را نمی‌زیبد فلان 
  • Tanrı, o anda meleklere dedi ki. Peygamberliğe Musa yaraşır.
  • مصطفی فرمود خود که هر نبی  ** کرد چوپانیش برنا یا صبی 
  • Mustafa buyurmuştur ki: Her peygamber, gençliğinde yahut çocukluğunda mutlaka çobanlık etmiştir.
  • بی‌شبانی کردن و آن امتحان  ** حق ندادش پیشوایی جهان 
  • Çobanlık etmeden o sınavı geçirmeden Tanrı, ona âlem başbuğluğunu vermez.
  • گفت سایل هم تو نیز ای پهلوان  ** گفت من هم بوده‌ام دهری شبان  3290
  • Birisi sen de ettin mi? Diye sordu. Dedi ki: Ben de bir müddet çobanlık ettim.
  • تا شود پیدا وقار و صبرشان  ** کردشان پیش از نبوت حق شبان 
  • Vekarları, sabırları meydana çıksın diye Tanrı onları peygamber yapmadan çoban yapmıştır.
  • هر امیری کو شبانی بشر  ** آن‌چنان آرد که باشد متمر 
  • Her buyruk sahibinin de insanlara çobanlık ederken Tanrı buyruğunu gözetmesi gerektir.
  • حلم موسی‌وار اندر رعی خود  ** او به جا آرد به تدبیر و خرد 
  • Kendisi sürüsünü güderken Musa gibi halîm olması, akıl ve tedbirle bu işi görmesi lâzımdır.
  • لاجرم حقش دهد چوپانیی  ** بر فراز چرخ مه روحانیی 
  • Böyle, harekette bulunursa Tanrı ona ayın üstünde, yücelikler âleminde bir ruhani çobanlık verir.
  • آنچنان که انبیا را زین رعا  ** بر کشید و داد رعی اصفیا  3295
  • Nitekim peygamberleri de bu çobanlıktan kurtarmış, onlara temiz kulların çobanlığını vermiştir.
  • خواجه باری تو درین چوپانیت  ** کردی آنچ کور گردد شانیت 
  • Sen, bu çobanlıkta öyle doğru hareket ettin ki sana bir ayıp bulan kör olur.
  • دانم آنجا در مکافات ایزدت  ** سروری جاودانه بخشدت 
  • Biliyorum Tanrı mükâfat olarak sana o âlemde de ebedî bir başbuğluk verir.
  • بر امید کف چون دریای تو  ** بر وظیفه دادن و ایفای تو 
  • Ben de deniz gibi cömert eline senin lûtfuna ihsanına güvenerek
  • وام کردم نه هزار از زر گزاف  ** تو کجایی تا شود این درد صاف 
  • Hiç yoktan tam dokuz bin altın borç ettim. Neredesin sen ki lûtfunla bu tortu saf bir hale gelsin.