English    Türkçe    فارسی   

6
3352-3376

  • ای رخ شاهان بر من بیذقی  ** نیم اسپم در رباید بی حقی 
  • Şahların ruhları bence beydaktır. Böyle olduğu halde nasıl olur da bir yarım at, haksız olarak gözümü çeler?
  • جادوی کردست جادو آفرین  ** جذبه باشد آن نه خاصیات این 
  • Yoksa büyücüleri yaratan bir büyü mü yaptı? Bu, onun çekişi olmalı, atın hassası değil.
  • فاتحه خواند و بسی لا حول کرد  ** فاتحه‌ش در سینه می‌افزود درد 
  • Fatiha okudu, bir hayli lahavle çekti. Fakat okuduğu fatiha gönlündeki derdi çoğalttı.
  • زانک او را فاتحه خود می‌کشید  ** فاتحه در جر و دفع آمد وحید  3355
  • Çünkü padişahı çeken zaten fatihaydı. Fatiha bir muradın olmasında, bir kötülükten kurtulmada birebirdir, ama onu bu derde sokan, fatihanın sahibi Tanrıydı.
  • گر نماید غیر هم تمویه اوست  ** ور رود غیر از نظر تنبیه اوست 
  • Göze bir başkasını gösterirse bu onun işidir. Gözden kendisinden başkası kaybolur, göz yalnız Hakk’ı görürse bu da onun uyandırmasıdır.
  • پس یقین گشتش که جذبه زان سریست  ** کار حق هر لحظه نادر آوریست 
  • Padişah, iyice anladı ki gönlünün akması Tanrıdan. Tanrının işi her an eşsiz örneksiz şeyler yaratmaktır.
  • اسپ سنگین گاو سنگین ز ابتلا  ** می‌شود مسجود از مکر خدا 
  • Onun hilesiyle taştan öküze , taştan ata tapar, secde ederler.
  • پیش کافر نیست بت را ثانیی  ** نیست بت را فر و نه روحانیی 
  • Kafire göre putun bir ikincisi olamaz. Halbuki putta ne bir kudret vardır, ne bir ruhaniyet.
  • چست آن جاذب نهان اندر نهان  ** در جهان تابیده از دیگر جهان  3360
  • Öyle olduğu halde o gizliden gizli gönülleri çekip duran nedir? O, bu aleme başka bir alemden parlamadadır.
  • عقل محجوبست و جان هم زین کمین  ** من نمی‌بینم تو می‌توانی ببین 
  • Bu pusuyu akıl da görmez can da. Ben göremiyorum sen görebiliyorsan gör.
  • چونک خوارمشه ز سیران باز گشت  ** با خواص ملک خود هم‌راز گشت 
  • Harzemşah, gezintiden dönünce saltanat erkanının ileri gelenlerine sırrını açtı.
  • پس به سرهنگان بفرمود آن زمان  ** تا بیارند اسپ را زان خاندان 
  • Derhal, çavuşlara o atı. Beyden alıp getirmelerini emretti.
  • هم‌چو آتش در رسیدند آن گروه  ** هم‌چو پشمی گشت امیر هم‌چو کوه 
  • Çavuşlar ateş gibi koşup vardılar. Dağ gibi olan o bey yüne döndü adeta.
  • جانش از درد و غبین تا لب رسید  ** جز عمادالملک زنهاری ندید  3365
  • Dertten elemden canı ağzına geldi. imadülmülk’ten başka derdine derman olacak kimseyi göremedi.
  • که عمادالملک بد پای علم  ** بهر هر مظلوم و هر مقتول غم 
  • İmadülmülk onun bayrağıydı. Herkes onun altına gelirdi; her zulüm gören dertten ölüm haline gelen koşar, ona başvururdu.
  • محترم‌تر خود نبد زو سروری  ** پیش سلطان بود چون پیغامبری 
  • Ulular içinde ondan daha saygılısı ondan daha üstünü yoktu. Padişahın tapısında adeta bir peygamberdi.
  • بی‌طمع بود او اصیل و پارسا  ** رایض و شب‌خیز و حاتم در سخا 
  • Vezirliğe tamahı yoktu. Soyu sopu temizdi zahitti, ibadet ehliydi, geceleri kalkar, Tanrıya ibadette bulunurdu, cömertlikte de sanki bir hatemdi.
  • بس همایون‌رای و با تدبیر و راد  ** آزموده رای او در هر مراد 
  • Rey ve tedbiri pek kutluydu. Her hususta reyi sınanmıştı.
  • هم به بذل جان سخی و هم به مال  ** طالب خورشید غیب او چون هلال  3370
  • Can vermede de cömertti. Mal vermede de. Yeni ay gibi gayb güneşini dilerdi.
  • در امیری او غریب و محتبس  ** در صفات فقر وخلت ملتبس 
  • Beylikte garipti kimsesizdi. Yokluk ve Tanrı sevgisi sıfatlarında gizlenmişti.
  • بوده هر محتاج را هم‌چون پدر  ** پیش سلطان شافع و دفع ضرر 
  • Her ihtiyaç sahibine baba gibiydi. Padişahın tapısında şefaatçiydi her zararı def ederdi.
  • مر بدان را ستر چون حلم خدا  ** خلق او بر عکس خلقان و جدا 
  • Kötüleri, Tanrı hilmi gibi örterdi. Hasılı huyu halkın huyundan bambaşka ve tamamıyla aykırıydı.
  • بارها می‌شد به سوی کوه فرد  ** شاه با صد لابه او را دفع کرد 
  • Kaç kere vezirliği bırakıp ibadet için yalnızca dağlara yönelmişti de padişah yüzlerce niyazlarda bulunarak onu önlemişti.
  • هر دم ار صد جرم را شافع شدی  ** چشم سلطان را ازو شرم آمدی  3375
  • Her an yüzlerce suça şefaat etse padişah ondan utanır şefaatini kabul ederdi.
  • رفت او پیش عماد الملک راد  ** سر برهنه کرد و بر خاک اوفتاد 
  • O bey adalet ve insaf sahibi imadülmülk’ ün yanına baş açık bir halde koştu, başına topraklar serpiyordu.