English    Türkçe    فارسی   

6
996-1020

  • انبیاشان تاجری آموختند  ** پیش ایشان شمع دین افروختند 
  • Peygamberler, onlara alışveriş etmeyi öğrettiler, onların önünde din mumunu yaktılar.
  • دیو و غول ساحر از سحر و نبرد  ** انبیا را در نظرشان زشت کرد 
  • Fakat şeytan ve yol yanıltan büyücü, hileyle, büyüyle peygamberleri onlara çirkin gösterdi.
  • زشت گرداند به جادویی عدو  ** تا طلاق افتد میان جفت و شو 
  • Düşman büyü yaparak karı ile kocayı birbirine çirkin gösterir, nihayet aralarına ayrılık düşer.
  • دیده‌هاشان را به سحر می‌دوختند  ** تا چنین جوهر به خس بفروختند 
  • Onların gözlerini büyüyle kapattılar da böyle değerli bir inciyi aşağılık kişiye sattılar.
  • این گهر از هر دو عالم برترست  ** هین بخر زین طفل جاهل کو خرست  1000
  • 1000.Bu inci, iki âlemden de üstündür. Gel de hemen şu eşek gibi bir şeyden anlamayan çocuktan satın al.
  • پیش خر خرمهره و گوهر یکیست  ** آن اشک را در در و دریا شکیست 
  • Eşeğe göre katır boncuğu ile inci birdir. O eşek ,zaten inciyle denizin vücudunda şüphe eder.
  • منکر بحرست و گوهرهای او  ** کی بود حیوان در و پیرایه‌جو 
  • O denizi de inkâr eder, incilerini de. Hiç hayvan, inciyi süsü püsü arar mı?
  • در سر حیوان خدا ننهاده است  ** کو بود در بند لعل و درپرست 
  • Allah, lâl ve inci aramaz. Allah, onun kafasına böyle bir şey koymamıştır.
  • مر خران را هیچ دیدی گوش‌وار  ** گوش و هوش خر بود در سبزه‌زار 
  • Hiç eşeklerde küpe gördün mü? Eşeğin kulağı da yeşilliktedir aklı da.
  • احسن التقویم در والتین بخوان  ** که گرامی گوهرست ای دوست جان  1005
  • Vettini suresindeki “İnsanı en güzel şekilde yarattık” âyetini oku. Ey dost ,en değerli inci candır.
  • احسن التقویم از عرش او فزون  ** احسن التقویم از فکرت برون 
  • En güzel şekli olan insan şekli, arştan da üstündür, düşünceye de sığmaz.
  • گر بگویم قیمت این ممتنع  ** من بسوزم هم بسوزد مستمع 
  • Bu paha biçilmez şeyin değerini söylesem ben de yanarım, duyan da yanar.
  • لب ببند اینجا و خر این سو مران  ** رفت این صدیق سوی آن خران 
  • Burada artık sus dudağını yum, eşeğini bu tarafa sürme. Sıddıyk da o eşeklerin yanına gitti.
  • حلقه در زد چو در را بر گشود  ** رفت بی‌خود در سرای آن جهود 
  • Kapının halkasını dövdü. Kapı açılınca o kâfirin evine âdeta kendinden geçmiş bir halde girdi.
  • بی‌خود و سرمست و پر آتش نشست  ** از دهانش بس کلام تلخ جست  1010
  • Kendinden geçmiş sarhoş ve ateşli bir halde oturdu. Ağzından bir hayli acı sözler çıktı.
  • کین ولی الله را چون می‌زنی  ** این چه حقدست ای عدو روشنی 
  • Dedi ki: Bu Allah dostunu nasıl dövüyorsun? Ey apaçık düşman bu ne haset?
  • گر ترا صدقیست اندر دین خود  ** ظلم بر صادق دلت چون می‌دهد 
  • Kendi dininde doğru isen doğru sözlü bir adama zulmetmeye gönlün nasıl razı oluyor?
  • ای تو در دین جهودی ماده‌ای  ** کین گمان داری تو بر شه‌زاده‌ای 
  • Ey kâfirlik dininde karı olan, nasıl oluyor da bir şehzadeye karşı böyle bir zanda bulunuyorsun?
  • در همه ز آیینه‌ی کژساز خود  ** منگر ای مردود نفرین ابد 
  • Ey ebedî lânete uğramış, ey merdut adam, daima adamı eğri büğrü gösteren aynaya bakma.
  • آنچ آن دم از لب صدیق جست  ** گر بگویم گم کنی تو پای و دست  1015
  • O anda Sıddıyk’ın ağzından çıkan sözleri söylesem elini ayağını kaybedersin.
  • آن ینابیع الحکم هم‌چون فرات  ** از دهان او دوان از بی‌جهات 
  • O hikmet kaynakları cihetsizlik makamından coşmada, dudağından Fırat gibi kaynayıp akmada idi.
  • هم‌چو از سنگی که آبی شد روان  ** نه ز پهلو مایه دارد نه از میان 
  • Herhangi bir taştan su kaynar, akar. Bu su, taşın ne yanından gelir, ne ortasından.
  • اسپر خود کرده حق آن سنگ را  ** بر گشاده آب مینارنگ را 
  • Allah o taşı kendisine bir siper yapmıştır. O gök renkli suyu, o taştan akıtıp durmadadır.
  • هم‌چنانک از چشمه‌ی چشم تو نور  ** او روان کردست بی‌بخل و فتور 
  • Nitekim senin göz kaynağından da nur, hiç eksilmeden akıp durmadadır.
  • نه ز پیه آن مایه دارد نه ز پوست  ** روی‌پوشی کرد در ایجاد دوست  1020
  • O nur, ne yağdan meydana gelir, ne deriden. Dost, yaratılışta, o gözü, nura bir vesile yapmıştır.