English    Türkçe    فارسی   

1
1074-1123

  • حامل دین بود او محمول شد ** قابل فرمان بد او مقبول شد
  • Din emirlerini yüklenmişti, şimdi kendi bindi… Ferman kabul ediciydi, makbul oldu.
  • تا کنون فرمان پذیرفتی ز شاه ** بعد از این فرمان رساند بر سپاه‌‌ 1075
  • Şimdiye kadar Padişahın fermanını kabul eder, o fermana uyardı, bundan sonra askere ferman verir!
  • تا کنون اختر اثر کردی در او ** بعد از این باشد امیر اختر او
  • Şimdiye kadar talih yıldızı ona tesir ederken bundan sonra o zat yıldızı üzerine emredici olur.
  • گر ترا اشکال آید در نظر ** پس تو شک داری در انشق القمر
  • Eğer sen bundan şüphelenirsen o halde “Şakk-ı Kamer” den de şüphelisin.
  • تازه کن ایمان نه از گفت زبان ** ای هوا را تازه کرده در نهان‌‌
  • Ey gizlice heva ve hevesini tazeleyen kimse! İmanını tazele, ama yalnız dille olmasın.
  • تا هوا تازه ست ایمان تازه نیست ** کاین هوا جز قفل آن دروازه نیست‌‌
  • Heva ve heves tazelenip durdukça iman taze değildir. Çünkü heva, iman kapısının kilididir.
  • کرده‌‌ای تاویل حرف بکر را ** خویش را تاویل کن نی ذکر را 1080
  • Bakir sözü tevil etmişsin; sen kendini tevil et, Kur’an’ı değil.
  • بر هوا تاویل قرآن می‌‌کنی ** پست و کژ شد از تو معنی سنی‌‌
  • İsteğine göre Kur’an’ı tevil ediyorsun. Yüce mana, senin tevilinden aşağılandı, aykırı bir şekle girdi!
  • زیافت تاویل رکیک مگس‌‌
  • Sineğin gevşek tevilinin değersizliği
  • آن مگس بر برگ کاه و بول خر ** همچو کشتی‌‌بان همی‌‌افراشت سر
  • O sinek eşek sidiği birikintisindeki saman çöpünün üstünde gemi kaptanı gibi baş kaldırıp,
  • گفت من دریا و کشتی خوانده‌‌ام ** مدتی در فکر آن می‌‌مانده‌‌ام‌‌
  • “Ben, deniz ve gemi hikâyesini okumuş, bir zaman bunu düşünmüştüm.
  • اینک این دریا و این کشتی و من ** مرد کشتیبان و اهل و رایزن‌‌
  • İşte şu deniz, şu gemi, ben de ehliyefli, rey ve tedbir sahibi bir kaptanın” dedi.
  • بر سر دریا همی‌‌راند او عمد ** می‌‌نمودش آن قدر بیرون ز حد 1085
  • Deniz üstünde salını sürüp durmaktaydı. O kadarcık bir su ona haddinden fazla göründü.
  • بود بی‌‌حد آن چمین نسبت بدو ** آن نظر که بیند آن را راست کو
  • O sidik, sineğe göre hudutsuzdu. Sinekte, onu olduğu gibi görecek göz nerede?
  • عالمش چندان بود کش بینش است ** چشم چندین بحر هم چندینش است‌‌
  • Onun âlemi kendi görüşüne göre olur. Gözü, bu kadardır, denizi de ona göre!
  • صاحب تاویل باطل چون مگس ** وهم او بول خر و تصویر خس‌‌
  • Bâtıl tevilci, sinek gibidir. Vehmi eşek sidiği, tevil ve tasavvuru saman çöpüdür.
  • گر مگس تاویل بگذارد به رای ** آن مگس را بخت گرداند همای‌‌
  • Eğer sinek kendi reyiyle saplandığı tevilden geçse, baht o sineği hümâ yapar.
  • آن مگس نبود کش این عبرت بود ** روح او نی در خور صورت بود 1090
  • Bu ibret gözüne sahip olan sinek olmaz; ruhu, surete lâyık olmayacak derecede yüksek bir zat olur,
  • تولیدن شیر از دیر آمدن خرگوش‌‌
  • Tavşanın geç gelmesinden aslanın incinmesi
  • همچو آن خرگوش کاو بر شیر زد ** روح او کی بود اندر خورد قد
  • Aslanla pençeleşen o tavşan gibi. Onun ruhu, nasıl olur da küçücük cüssesine lâyık olur?
  • شیر می‌‌گفت از سر تیزی و خشم ** کز ره گوشم عدو بر بست چشم‌‌
  • Aslan, hiddetle: “Düşman, aldatıcı sözlerle gözümü kapattı.
  • مکرهای جبریانم بسته کرد ** تیغ چوبینشان تنم را خسته کرد
  • Cebrîlerin hileleri beni bağladı, tahta kılıçları vücudumu yordu.
  • زین سپس من نشنوم آن دمدمه ** بانگ دیوان است و غولان آن همه‌‌
  • Bundan sonra ben artık o gürültüyü dinlemem. Onlar hep şeytanların, gulyabanilerin sesleri!
  • بردران ای دل تو ایشان را مه‌‌ایست ** پوستشان بر کن کشان جز پوست نیست‌‌ 1095
  • Ey gönül; durma, onları parçala, derilerini yüz. Zaten onlar deriden başka bir şey değildir!” diyordu.
  • پوست چه بود گفتهای رنگ رنگ ** چون زره بر آب کش نبود درنگ‌‌
  • Deriden maksat nedir? Renk renk lâflar… Su üstündeki, durmalarına imkân olmayan menevişler gibi.
  • این سخن چون پوست و معنی مغز دان ** این سخن چون نقش و معنی همچو جان‌‌
  • Bu söz deri gibidir, mana onun içi; bu söz, ceset gibidir, mana, can.
  • پوست باشد مغز بد را عیب پوش ** مغز نیکو را ز غیرت غیب پوش‌‌
  • Kötü iç’in ayıbını deri örter; iyi iç’i de gayret dolayısıyla Gayb âlemi.
  • چون قلم از باد بد دفتر ز آب ** هر چه بنویسی فنا گردد شتاب‌‌
  • Kalemin rüzgârdan, kâğıdın sudan olursa ne yazarsan derhal yok olur.
  • نقش آب است ار وفا جویی از آن ** باز گردی دستهای خود گزان‌‌ 1100
  • Manasız söz, su üstüne yazılan yazıdır. Ondan vefa umarsan iki elini ısırarak dönersin (pişman olur).
  • باد در مردم هوا و آرزوست ** چون هوا بگذاشتی پیغام هوست‌‌
  • Rüzgâr, insandaki heva ve arzudur. Heva ve hevesten geçersen Tanrı’nın haberi karlı, ondan haber alırsın.
  • خوش بود پیغامهای کردگار ** کاو ز سر تا پای باشد پایدار
  • Tanrı’nın haberleri çok hoştu; çünkü baştan sona kadar ebedîdir.
  • خطبه‌‌ی شاهان بگردد و آن کیا ** جز کیا و خطبه‌‌های انبیا
  • Peygamberlerin ululuğundan ve hutbelerinden gayrı padişahların hutbeleri, ululukları, adları, sanları değişir, baki kalmaz.
  • ز آن که بوش پادشاهان از هواست ** بار نامه‌‌ی انبیا از کبریاست‌‌
  • Çünkü padişahların kuvvetleri hevadandır. Peygamberlerin icazetnameleri ise ululuk sahibi Tanrı’dandır.
  • از درمها نام شاهان بر کنند ** نام احمد تا ابد بر می‌‌زنند 1105
  • Paralara padişahların adlarını kazırlar; Ahmed’in adını ise kıyamete kadar hâk kederler.
  • نام احمد نام جمله انبیاست ** چون که صد آمد نود هم پیش ماست‌‌
  • Ahmed’in adı, bütün Peygamberlerin adıdır. Yüz, elimizde olunca doksan da bizde demektir.
  • هم در بیان مکر خرگوش‌‌
  • Yine tavşanın hilesi ve gitmede gecikmesi
  • در شدن خرگوش بس تاخیر کرد ** مکر را با خویشتن تقریر کرد
  • Tavşan aslana gitmede epeyce gecikti. Yapacağı hileyi kendisince kararlaştırdı.
  • در ره آمد بعد تاخیر دراز ** تا به گوش شیر گوید یک دو راز
  • Bir hayli geciktikten sonra aslanın kulağına bir iki sır söylemek üzere yola düştü.
  • تا چه عالمهاست در سودای عقل ** تا چه با پهناست این دریای عقل‌‌
  • Akıl diyarında nice âlimler vardır! Bu akıl denizi ne kadar engindir!
  • صورت ما اندر این بحر عذاب ** می‌‌دود چون کاسه‌‌ها بر روی آب‌‌ 1110
  • Bizim şu şeklimiz bu tatlı denizde su üzerinde kâseler gibi yüzer.
  • تا نشد پر بر سر دریا چو طشت ** چون که پر شد طشت در وی غرق گشت‌‌
  • İçi dolu olmadıkça kap, suyun yüzündedir. Dolunca denize batar.
  • عقل پنهان است و ظاهر عالمی ** صورت ما موج یا از وی نمی‌‌
  • Akıl gizlidir, ortada bir âlem görünüp durur. Bizim şeklimiz; o denizin dalgasından yahut ıslaklığından ibarettir.
  • هر چه صورت می وسیلت سازدش ** ز آن وسیلت بحر دور اندازدش‌‌
  • Suret, o denize ulaşmak için neyi vesile ittihaz ederse etsin, deniz; sureti, o vesile yüzünden daha uzağa atar.
  • تا نبیند دل دهنده‌‌ی راز را ** تا نبیند تیر دور انداز را
  • Gönül kendisine sır vereni; ok, kendisini uzağa atanı görmedikçe.
  • اسب خود را یاوه داند وز ستیز ** می‌‌دواند اسب خود در راه تیز 1115
  • Atımı kaybettim sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla yolda hızlı hızlı koşturur!
  • اسب خود را یاوه داند آن جواد ** و اسب خود او را کشان کرده چو باد
  • O yiğit, atını kaybolmuş sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla koşturmuştur!
  • در فغان و جستجو آن خیره‌‌سر ** هر طرف پرسان و جویان دربدر
  • O sersem bağırır, arar, tarar kapı kapı dolaşır, her tarafı arar, sorar:
  • کان که دزدید اسب ما را کو و کیست ** این که زیر ران تست ای خواجه چیست‌‌
  • “Atımı çalan nerede, kimdir?” Efendi, şu uyluğunun altındaki mahlûk ne?
  • آری این اسب است لیک این اسب کو ** با خود آ ای شهسوار اسب جو
  • Evet, bu attır; fakat bu at nerede? Ey at arayan yiğit binici, kendine gel!
  • جان ز پیدایی و نزدیکی است گم ** چون شکم پر آب و لب خشکی چو خم‌‌ 1120
  • Can, apaçık olduğundan, pek yakın bulunduğundan görünmez. İnsan, içi su ile dolu, dışı kupkuru küp gibidir.
  • کی ببینی سرخ و سبز و فور را ** تا نبینی پیش از این سه نور را
  • Kırmızı, yeşil ve sarı… Bu üç renkten önce ziyayı görmezsen bunları nasıl görürsün?
  • لیک چون در رنگ گم شد هوش تو ** شد ز نور آن رنگها رو پوش تو
  • Fakat senin aklın renkler içinde kaybolduğundan dolayı o renkler senin nurunu görmene engel oldu.
  • چون که شب آن رنگها مستور بود ** پس بدیدی دید رنگ از نور بود
  • Gece olunca o renkler örtüldü, o vakit rengi görmenin nurdan olduğunu görüp anladın.