English    Türkçe    فارسی   

1
1168-1217

  • من به وقت چاشت در راه آمدم ** با رفیق خود سوی شاه آمدم‌‌
  • Ben kuşluk vakti yola düştüm, arkadaşımla padişahıma geliyordum.
  • با من از بهر تو خرگوشی دگر ** جفت و همره کرده بودند آن نفر
  • Arkadaşlarımla, senin için başka bir tavşanı da bana yoldaş etmiştiler.
  • شیری اندر راه قصد بنده کرد ** قصد هر دو همره آینده کرد 1170
  • Bir erkek aslan, kulunuzun kanına kastetti. Yolda, bu iki yoldaşa da sataştı.
  • گفتمش ما بنده‌‌ی شاهنشه‌‌ایم ** خواجه‌‌تاشان که آن درگه‌‌ایم‌‌
  • Ben ona “Biz padişahlar padişahının kuluyuz, o kapının iki küçük kapı yoldaşıyız” dedim.
  • گفت شاهنشه که باشد شرم دار ** پیش من تو یاد هر ناکس میار
  • Dedi ki: “Utan be! Padişahlar padişahı dediğin kim oluyor? Benim huzurumda öyle her adam olamayanın adını anma!
  • هم ترا و هم شهت را بر درم ** گر تو با یارت بگردید از درم‌‌
  • Eğer huzurumdan iki adım ileri atarsan seni de, padişahını da paramparça ederim.”
  • گفتمش بگذار تا بار دگر ** روی شه بینم برم از تو خبر
  • “Beni bırak, bir kerecik daha padişahımın yüzünü görüp seni haber vereyim” dedim.
  • گفت همره را گرو نه پیش من ** ور نه قربانی تو اندر کیش من‌‌ 1175
  • Dedi ki: “Yoldaşını huzurumda rehin bırak; yoksa sen benim kanunumca kurbansın.”
  • لابه کردیمش بسی سودی نکرد ** یار من بستد مرا بگذاشت فرد
  • Ona çok yalvardık, hiç fayda etmedi. Yoldaşımı alıp beni yalnız bıraktı.
  • یارم از زفتی دو چندان بد که من ** هم به لطف و هم به خوبی هم به تن‌‌
  • Arkadaşım hem şişmanlık ve letafetçe, hem de güzellik ve irilik bakımından benim üç mislimdi.
  • بعد از این ز آن شیر این ره بسته شد ** رشته‌‌ی ایمان ما بگسسته شد
  • Bundan böyle o aslan tarafından bu yol kapanmıştır, böyle bir düşman yüzünden, Padişahım, yol bağlıdır.
  • از وظیفه بعد از این اومید بر ** حق همی‌‌گویم ترا و الحق مر
  • Bundan sonra tahsisattan ümidini kes. Ben doğru söylüyorum, doğru söz acıdır.
  • گر وظیفه بایدت ره پاک کن ** هین بیا و دفع آن بی‌‌باک کن‌‌ 1180
  • Sana tahsisat lâzımsa yolu temizle. Haydi gel, o pervasızı oradan kaldır!” dedi.
  • جواب گفتن شیر خرگوش را و روان شدن با او
  • Aslanın tavşana cevap vermesi ve onunla gitmesi
  • گفت بسم الله بیا تا او کجاست ** پیش در شو گر همی‌‌گویی تو راست‌‌
  • Aslan dedi ki : “Bismillah, haydi gel bakalım, nerede o? Doğru söylüyorsan düş önüme!
  • تا سزای او و صد چون او دهم ** ور دروغ است این سزای تو دهم‌‌
  • Onun da cezasını vereyim, onun gibi yüz tanesinin de. Fakat bu sözün yalansa seni cezalandırırım.”
  • اندر آمد چون قلاووزی به پیش ** تا برد او را به سوی دام خویش‌‌
  • Tavşan; onu, kurduğu dolaba düşürmek için kılavuz gibi öne düştü.
  • سوی چاهی کاو نشانش کرده بود ** چاه مغ را دام جانش کرده بود
  • Nişan koyduğu bir kuyuya doğru yola çıktılar. Aslana derin bir kuyuyu tuzak yapmıştı.
  • می‌‌شدند این هر دو تا نزدیک چاه ** اینت خرگوشی چو آبی زیر کاه‌‌ 1185
  • Her ikisi de kuyunun bulunduğu yere yaklaştılar. İşte sana hilebaz, saman altından su yürüten bir tavşan!
  • آب کاهی را به هامون می‌‌برد ** آب کوهی را عجب چون می‌‌برد
  • Su bir saman çöpünü ovaya götürür ama bir dağı nasıl sürükler acaba?
  • دام مکر او کمند شیر بود ** طرفه خرگوشی که شیری می‌‌ربود
  • Onun hile tuzağı aslana kemenetti. Ne tuhaf tavşan ki bir aslanı avlıyor!
  • موسیی فرعون را با رود نیل ** می‌‌کشد با لشکر و جمع ثقیل‌‌
  • Bir Mûsâ, Firavun’u askeriyle, başındaki kalabalıkla Nil nehrinde öldürür;
  • پشه‌‌ای نمرود را با نیم پر ** می‌‌شکافد بی‌‌محابا درز سر
  • Bir sivrisinek yarım kanadıyla pervasızca başın beynini yarar.
  • حال آن کاو قول دشمن را شنود ** بین جزای آن که شد یار حسود 1190
  • Düşman sözü dinleyenin hali budur. Hasetçinin dostu olanın uğradığı cezayı gör!
  • حال فرعونی که هامان را شنود ** حال نمرودی که شیطان را شنود
  • Hâmân’ı dinleyen Firavunun, Şeytan’ı dinleyen Nemrûd’un hali budur.
  • دشمن ار چه دوستانه گویدت ** دام دان گر چه ز دانه گویدت‌‌
  • Düşman her ne kadar dostça söylerse de, her ne kadar taneden, yemden bahsederse de sen onu tuzak bil!
  • گر ترا قندی دهد آن زهر دان ** گر به تن لطفی کند آن قهر دان‌‌
  • Sana şeker verirse sen bunu zehir bil, bir lütufta bulunursa onu kahır bil!
  • چون قضا آید نبینی غیر پوست ** دشمنان را باز نشناسی ز دوست‌‌
  • Kaza gelince kabuktan başka bir şey göremez, düşmanları dostlardan ayıramazsın.
  • چون چنین شد ابتهال آغاز کن ** ناله و تسبیح و روزه ساز کن‌‌ 1195
  • Böyle olunca yalvarmaya başla, ağlayıp inlemeye, tesbihe, oruca devam et!
  • ناله می‌‌کن کای تو علام الغیوب ** زیر سنگ مکر بد ما را مکوب‌‌
  • “Rabbim, sen gaipleri bilirsin. Günahtan dolayı bizden intikam alma” diye yalvar, yakar!
  • گر سگی کردیم ای شیر آفرین ** شیر را مگمار بر ما زین کمین‌‌
  • “Ey aslanları yaratan! Eğer biz bir köpeklik etmişsek bu pusudan bizim üstümüze aslanı saldırma!
  • آب خوش را صورت آتش مده ** اندر آتش صورت آبی منه‌‌
  • Güzel suya ateş şeklini, ateşe de su letafini verme!” diye niyaz et!
  • از شراب قهر چون مستی دهی ** نیستها را صورت هستی دهی‌‌
  • Yarabbi, sen kahır şarabıyla insanı sarhoş edersen yok olan şeylere varlık suretini verir, onları var gibi gösterirsin.
  • چیست مستی بند چشم از دید چشم ** تا نماید سنگ گوهر پشم یشم‌‌ 1200
  • Sarhoşluk nedir? Taşı gevher, yünü yeşim taşı görecek derecede gözün bağlanması, görmemesidir.
  • چیست مستی حسها مبدل شدن ** چوب گز اندر نظر صندل شدن‌‌
  • Sarhoşluk nedir? Ilgın ağacı göze sandal ağacı görünecek kadar duyguların değişmesidir!
  • قصه‌‌ی هدهد و سلیمان در بیان آن که چون قضا آید چشمهای روشن بسته شود
  • Kaza gelince aydın gözlerin bile bağlanacağını bildiren Süleyman hikâyesi
  • چون سلیمان را سراپرده زدند ** جمله مرغانش به خدمت آمدند
  • Süleyman’ın büyük divan çadırı kurulunca bütün kuşlar huzuruna geldiler.
  • هم زبان و محرم خود یافتند ** پیش او یک یک به جان بشتافتند
  • Onu, kendilerinin dilini anlar, sırrını bilir bir zat bulup huzuruna canla, başla bir bir koştular.
  • جمله مرغان ترک کرده جیک جیک ** با سلیمان گشته افصح من اخیک‌‌
  • Bütün kuşlar, cik cik ötmeyi bırakmışlar; kardeşinin seninle konuşmasından daha fasih bir surette Süleyman’la konuşmaya başlamışlardı.
  • هم زبانی خویشی و پیوندی است ** مرد با نامحرمان چون بندی است‌‌ 1205
  • Aynı dili konuşma, hısımlık ve bağlılıktır. İnsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer.
  • ای بسا هندو و ترک هم زبان ** ای بسا دو ترک چون بیگانگان‌‌
  • Nice Hindli, nice Türk vardır ki dildeştirler. Nice iki Türk de vardır ki birbirlerine yabancı gibidirler.
  • پس زبان محرمی خود دیگر است ** هم دلی از هم زبانی بهتر است‌‌
  • Şu halde mahremlik dili, bambaşka bir dildir. Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir.
  • غیر نطق و غیر ایما و سجل ** صد هزاران ترجمان خیزد ز دل‌‌
  • Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz binlerce tercüman zuhur eder.
  • جمله مرغان هر یکی اسرار خود ** از هنر وز دانش و از کار خود
  • Kuşların hepsi, bütün sırlarını, hünerlerine, bilgi ve işlerine ait şeyleri.
  • با سلیمان یک به یک وامی‌‌نمود ** از برای عرضه خود را می‌‌ستود 1210
  • Süleyman’a birer birer apaçık söylüyorlar, kendilerini bildirmek ve tanıtmak için öğünüyorlardı.
  • از تکبر نی و از هستی خویش ** بهر آن تا ره دهد او را به پیش‌‌
  • Bu öğünmek kibirden, varlıktan dolayı değildi. Her kuş, onun huzuruna varsın, yakınlarından olsun diye öğünüyordu.
  • چون بباید برده‌‌ای را خواجه‌‌ای ** عرضه دارد از هنر دیباجه‌‌ای‌‌
  • Bir kul, bir efendiye kul olmak dilerse hünerinden bir miktarını ona arz eder.
  • چون که دارد از خریداریش ننگ ** خود کند بیمار و کر و شل و لنگ‌‌
  • Fakat o efendi tarafından satın alınmayı istemezse kendisini hasta, sağır, çolak ve topal gösterir.
  • نوبت هدهد رسید و پیشه‌‌اش ** و آن بیان صنعت و اندیشه‌‌اش‌‌
  • Hüthüdün hünerini arz etme sırası geldi; sanatını ve düşüncelerini bildirme nöbeti erişti.
  • گفت ای شه یک هنر کان کهتر است ** باز گویم گفت کوته بهتر است‌‌ 1215
  • Dedi ki: “Ey Padişah, en küçük bir hünerimi kısaca arz edeyim. Kısa söylemek daha iyidir.”
  • گفت بر گو تا کدام است آن هنر ** گفت من آن گه که باشم اوج بر
  • Süleyman “Söyle bakalım, o hangi hünerdir?” dedi. Hüthüt, “Gayet yükseklerde uçtuğum zaman,
  • بنگرم از اوج با چشم یقین ** من ببینم آب در قعر زمین‌‌
  • Havadan bakınca yerin tâ dibindeki suyu görürüm.