English    Türkçe    فارسی   

1
1964-2013

  • خار دان آن را که خرما دیده‌‌ای ** ز آن که بس نان کور و بس نادیده‌‌ای‌‌
  • Hurma olarak gördüğünü diken bil. Çünkü sen çok nankör, çok görgüsüzsün!
  • جان لقمان که گلستان خداست ** پای جانش خسته‌‌ی خاری چراست‌‌ 1965
  • Lokmanın canı, Tanrının bir gül bahçesindeyken neden can ayağı bir dikenden incinsin.
  • اشتر آمد این وجود خار خوار ** مصطفی زادی بر این اشتر سوار
  • Bu diken yiyen vücut, devedir. Mustafa’dan doğan da bu deveye binmiştir.
  • اشترا تنگ گلی بر پشت تست ** کز نسیمش در تو صد گلزار رست‌‌
  • Ey deve! Sırtında öyle bir gül dengi var ki kokusundan sende, yüzlerce gül bahçesi meydana gelmiştir.
  • میل تو سوی مغیلان است و ریگ ** تا چه گل چینی ز خار مرده‌‌ریگ‌‌
  • Hâlbuki sen, hâlâ mugeylân dikenine ve kumsala meylediyorsun. Bu arta kalası dikenden gülü nasıl toplayacaksın?
  • ای بگشته زین طلب از کو به کو ** چند گویی کین گلستان کو و کو
  • Ey bu arama yüzünden taraf taraf, bucak bucak dolaşıp duran! Ne vakte kadar “Nerede bu gül bahçesi” diyeceksin?
  • پیش از آن کین خار پا بیرون کنی ** چشم تاریک است جولان چون کنی‌‌ 1970
  • Ayağındaki bu dikeni çıkarmadıkça gözün görmez. Nasıl dönüp dolaşabilirsin?
  • آدمی کاو می‌‌نگنجد در جهان ** در سر خاری همی‌‌گردد نهان‌‌
  • Ne şaşılacak şey, cihana sığmayan Âdemoğlu, gizlice bir dikenin başında dolaşıp durmakta!
  • مصطفی آمد که سازد هم دمی ** کلمینی یا حمیراء کلمی‌‌
  • Mustafa bir hemdem elde etmek için geldi; “Kellimînî yâ Humeyrâ” dedi.
  • ای حمیراء آتش اندر  نه تو نعل ** تا ز نعل تو شود این کوه لعل
  • “Ey Humeyrâ! Nalı ateşe koyda bu dağ, lâl haline gelsin” buyurdu.
  • این حمیراء لفظ تانیث است و جان ** نام تانیث‌‌اش نهند این تازیان‌‌
  • Humeyrâ kelimesi, müennestir, can da müennsi semâidir. Araplar cana müennes demişlerdir.
  • لیک از تانیث جان را باک نیست ** روح را با مرد و زن اشراک نیست‌‌ 1975
  • Fakat canın müenneslikten pervası yok. Çünkü ruhun ne erkekle bir alakası var, ne kadınla!
  • از مونث وز مذکر برتر است ** این نه آن جان است کز خشک و تر است‌‌
  • Müzekkerden de yükselir, müennesten de. Bu, kurudan yaştan meydana gelen ruh (-u hayvanî) değildir ki.
  • این نه آن جان است کافزاید ز نان ** یا گهی باشد چنین گاهی چنان‌‌
  • Bu can, ekmekten kuvvetlenen yahut kâh şöyle, kâh böyle bir hale gelen can değildir.
  • خوش کننده ست و خوش و عین خوشی ** بی‌‌خوشی نبود خوشی ای مرتشی‌‌
  • Bu ruh hoşluk verir, hoştur, hoşluğun ta kendisidir. Ey maksadına erişmek için vesilelere baş vuran! Hoş olmayan, insanı hoş bir hale getiremez.
  • چون تو شیرین از شکر باشی بود ** کان شکر گاهی ز تو غایب شود
  • Sen şekerden tatlı bir hale gelsen bile o tat bazen senden gidiverir, bu mümkündür.
  • چون شکر گردی ز تاثیر وفا ** پس شکر کی از شکر باشد جدا 1980
  • Fakat fazla vefakârlık sebebiyle tamamen şeker olursan buna imkân yoktur. Nasıl olurda şekerden tat ayrılır, imkânı var mı?
  • عاشق از خود چون غذا یابد رحیق ** عقل آن جا گم شود گم ای رفیق‌‌
  • Ey hoş arkadaş! Âşık, halis ve sâf şarabı, kendisinden bulur, onunla gıdalanırsa bu makamda artık akıl kaybolur, (bu sırra akıl ermez).
  • عقل جزوی عشق را منکر بود ** گر چه بنماید که صاحب سر بود
  • Aklı cüzi sırra sahip gibi görünürse de hakikatte aşkı inkâr eder.
  • زیرک و داناست اما نیست نیست ** تا فرشته لا نشد اهریمنی است‌‌
  • Zekidir bilir; fakat yok olmamıştır. Melek bile yok olmadıkça şeytandır.
  • او به قول و فعل یار ما بود ** چون به حکم حال آیی لا بود
  • Aklı cüzi sözde ve işte bizim dostumuzdur. Ama hal bahsine gelirsen orada bir hiçten, bir yoktan ibarettir.
  • لا بود چون او نشد از هست نیست ** چون که طوعا لا نشد کرها بسی است‌‌ 1985
  • Varlıktan fâni olmadığı için o, hiçtir, yoktur. Kendi dileğiyle yok olmayınca nihayet zorla, istemediği halde yok olacaktır. Bu da ona yeter.
  • جان کمال است و ندای او کمال ** مصطفی گویان ارحنا یا بلال‌‌
  • Can, kemaldir, çağırması sesi de kemaldir. Onun için Mustafa “Ey Bilâl bizi dinlendir ferahlandır;
  • ای بلال افراز بانگ سلسلت ** ز آن دمی کاندر دمیدم در دلت‌‌
  • Ey Bilâl! Gönlüne nefhettiğim o nefhadan, o feyizden dalga dalga coşan sesini yücelt.
  • ز آن دمی کادم از آن مدهوش گشت ** هوش اهل آسمان بی‌‌هوش گشت‌‌
  • Âdem’i bile kendinden geçiren, gök ehlinin bile akıllarını hayrete düşüren o nefhayla sesini yükselt!” buyurdu.
  • مصطفی بی‌‌خویش شد ز آن خوب صوت ** شد نمازش از شب تعریس فوت‌‌
  • Mustafa o güzel sesle kendinden geçti. Ta’rîs gecesinde namazı kaçtı.
  • سر از آن خواب مبارک بر نداشت ** تا نماز صبحدم آمد به چاشت‌‌ 1990
  • O mübarek uykudan başkaldırmadı; sabah namazının vakti geçip kuşluk çağı geldi.
  • در شب تعریس پیش آن عروس ** یافت جان پاک ایشان دستبوس‌‌
  • Ta’rîs gecesi, o gelinin huzurunda tertemiz canları, el öpme devletine erişti.
  • عشق و جان هر دو نهانند و ستیر ** گر عروسش خوانده‌‌ام عیبی مگیر
  • Aşk ve can... her ikisi de gizli ve örtülüdür. Tanrıya gelin dediğim için beni ayıplama.
  • از ملولی یار خامش کردمی ** گر همو مهلت بدادی یک دمی‌‌
  • Sevgili, benim sözüme darılsaydı susardım; bana bir lâhzacık mühlet verseydi sükût ederdim.
  • لیک می‌‌گوید بگو هین عیب نیست ** جز تقاضای قضای غیب نیست‌‌
  • Fakat “Söyle, bu söz ayıp olmaz. Senin sözün, gayb âlemindeki kaza ve kaderin zuhurundan başka bir şey değildir” demekte.
  • عیب باشد کاو نبیند جز که عیب ** عیب کی بیند روان پاک غیب‌‌ 1995
  • Ayıptan başka bir şey görmeyene ayıptır. Fakat gayb âleminin pâk ruhu, hiç ayıp görür mü?
  • عیب شد نسبت به مخلوق جهول ** نی به نسبت با خداوند قبول‌‌
  • Ayıp cahil mahlûka nispetle ayıptır; makbul Tanrıya nispetle değil.
  • کفر هم نسبت به خالق حکمت است ** چون به ما نسبت کنی کفر آفت است‌‌
  • Küfür bile yaratana nispetle bir hikmettir. Fakat bize nispet edecek olursan bir âfet, bir felâkettir.
  • ور یکی عیبی بود با صد حیات ** بر مثال چوب باشد در نبات‌‌
  • Birisinde yüzlerce faziletle beraber bir de ayıp bulunsa o ayıp nebatatın sapı mesabesindedir.
  • در ترازو هر دو را یکسان کشند ** ز آن که آن هر دو چو جسم و جان خوشند
  • Terazide her ikisini de birlikte tartarlar. Çünkü nebatat ve sap… İkisi de bedenle can gibi bağdaşmıştır.
  • پس بزرگان این نگفتند از گزاف ** جسم پاکان عین جان افتاد صاف‌‌ 2000
  • Şu halde büyükler, bu sözü boş yere söylemediler: Temiz kişilerin cisimleri de, can gibi saftır.
  • گفتشان و نفسشان و نقششان ** جمله جان مطلق آمد بی‌‌نشان‌‌
  • Onların sözleri de nişanı olmayan ve bir kayda gelmeyen can olmuştur, nefisleri de, suretleri de.
  • جان دشمن دارشان جسم است صرف ** چون زیاد از نرد او اسم است صرف‌‌
  • Onlara düşman olanların canları ise sırf cisimdir. O düşman, tavla oyununda kırılmış zar gibi faydasızdır, ancak bir addan ibarettir.
  • آن به خاک اندر شد و کل خاک شد ** وین نمک اندر شد و کل پاک شد
  • Düşman toprağa girdi, tamamı ile toprak oldu. Bu ise tuzlaya düşüp tamamı ile arındı.
  • آن نمک کز وی محمد املح است ** ز آن حدیث با نمک او افصح است‌‌
  • O tuz, öyle bir tuzdur ki Muhammed, ondan meslâhat kazanmış, o yüzden melih sözü fasih olmuştur.
  • این نمک باقی است از میراث او ** با تواند آن وارثان او بجو 2005
  • Bu tuz, bu melâhat, ondan miras kalmıştır; vârisleri de seninledir, ara bul!
  • پیش تو شسته ترا خود پیش کو ** پیش هستت جان پیش اندیش کو
  • Vârisler senin huzurunda oturuyorlar, fakat nerede senin huzurun? Senin önündedirler, fakat nerede önü sonu düşünen can?
  • گر تو خود را پیش و پس داری گمان ** بسته‌‌ی جسمی و محرومی ز جان‌‌
  • Eğer sen, kendinde ön, art olduğunu sanıyorsan cisme bağlısın, candan mahrumsun.
  • زیر و بالا پیش و پس وصف تن است ** بی‌‌جهت آن ذات جان روشن است‌‌
  • Alt, üst, ön, art; cismin vasfıdır. Nurani olan can ise bunlardan münezzeh ve cihetsizdir.
  • بر گشا از نور پاک شه نظر ** تا نپنداری تو چون کوته نظر
  • Kısa görüşlüler gibi zanna düşmemek için gözünü, o pâ padişahın nuruyla aç!
  • که همینی در غم و شادی و بس ** ای عدم کو مر عدم را پیش و پس‌‌ 2010
  • Sen mademki zahiri önü, sonu düşünmektesin... Ancak ve ancak bu gam ve neşe âlemindesin. Ey hakikatte yok olan! Yok olan nerede ön, nerede son?
  • روز باران است می‌‌رو تا به شب ** نی از این باران از آن باران رب‌‌
  • Yağmurlu gündür, gece çağına kadar yürü! Bu yağmur, bildiğimiz yağmur değil! Tanrı yağmurlarından.
  • قصه‌‌ی سؤال کردن عایشه از مصطفی علیه السلام که امروز باران بارید چون تو سوی گورستان رفتی جامه‌‌های تو چون تر نیست‌‌
  • Ayşe’nin -Tanrı ondan razı olsun- Mustafa Sallâllahu aleyhi vessellem’e “ Bugün yağmur yağdı. Sen mezarlığa gittiğin halde niçin elbisen ıslak değil? “diye sorması
  • مصطفی روزی به گورستان برفت ** با جنازه‌‌ی مردی از یاران برفت‌‌
  • Mustafa, bir gün, dostlarından birinin cenazesiyle ve dostlarla mezarlığa gitti.
  • خاک را در گور او آگنده کرد ** زیر خاک آن دانه‌‌اش را زنده کرد
  • Onun mezarına toprak doldurdu, tohumunu yeraltında diriltti.